Azerbaycan Türk Edebiyatı – Genel bir bakış… (Bölüm – 7)

Azerbaycan Türk Edebiyatı
(Genel bir bakış…)
(Bölüm –
7)

Azerbaycan, manevî ve kültürel alanda da İran tesirinden uzaklaşır. Bu gelişme edebiyatta, Halk Edebiyatı üslûbunun, halk şiirinin öne çıkması, şiir dilinin temizlenmesi ve saflaşması, edebiyatın daha büyük bir ölçüde halk hayatına girmesi, millî özellikleri ve millî psikolojiyi daha büyük çapta yansıtması ile kendini gösterir. Azerbaycan şairleri ve yazarları yüzlerini, mensub oldukları halka çeviriyorlardı; mitolojik şahların değil, bu halkın tarihini öğrenmek, saray güzellerini değil, gözleri önündeki halk güzellerini terennüm etmek zaruriyetini anlıyorlardı. Edebiyata küçük ölçüde de olsa milliyetçilik duyguları yerleşiyordu ve bu duygular her şeyden önce edebiyatın; dilinin, konularının, kahramanlarının halka yakınlaşmasından, halka kavuşmasından ortaya çıkıyordu.

 

Yazılı edebiyatta böyle bir yakınlaşmanın ilk temsilcileri XVIII. asır şairlerinden Molla Veli Vidadi (17091809) ve Molla Penah Vakıf (17171797) idi. Birbirine sıkı dostluk bağlan ile bağlı olan bu sanatkarlar, klasik şiirin geleneklerine ve özelliklerine hakim olmalarına, klasik Azerbaycan ve şark şairlerinin eserlerini, Fars ve Arap dillerini mükemmel bilmelerine rağmen, yüzlerini halk edebiyatına çevirdiler. Azerbaycan Halk Edebiyatı’nm koşma, geraylı, tecnis vs. gibi türlerini yazılı edebiyata getirdiler. Onlar şiiri yalnız şekil açısıdan değiştirmekle, halka yakınlaştırmakla yetinmediler, onun konusunu, kahramanlarım da değiştirmeye, yenilemeye çalıştılar. Özellikle de Vakıf, sanatını derinden bildiği ve sevdiği Fuzûlî’nin sihrinden kurtulabildi ve Fuzûlî’den sonraki “edebî zirvesizlik” dönemini sona erdirerek Azerbaycan şiirinin tarihinde yeni bir zirve, yeni bir edebî geleneğin ve şiir mektebinin kurucusu oldu. Vakıf beş yüz seneden beri Arap Edebiyatı’ndan gelme aruz vezninin sınırlarına kapanıp kalan Türk şiirini, bu sınırlardan çıkardı, millî şiire hece veznini getirdi. Aruzdan uzaklaşma büyük ölçüde Arap ve Fars dillerinin etkisinden, şiirde kendine yer bulan çak sayıda yabancı kelimelerden kurtulmak için de yol açtı.

 

Vakıfın dil ve biçim açısından yenileşmeye başlayan Azerbaycan Edebiyatı Tarihi’ndeki başka bir önemli hizmeti, onun canlı insanı, hayattan zevk alan insanı, bütün his ve heyecanları ile edebiyat getirmesidir. Vakıf asırlar boyu keder, elem, hicran, ayrılık, gam, vefasızlık, şikayet, sitem, küskünlük, bedbinlik vs. motifleri üzerinde köklenmiş klasik şiirin karşısına yaşama sevinci, hayat sevgisi ile coşuptaşan, hayattan zevk almaya çağıran, iyimser, neşeli bir şiir koydu. Azerbaycan tarihinin karanlık ve kederli bir döneminde yaşayan Vakıf hayatta da, edebiyatta da her zaman ışık aradı ve buldu. Vakıf XVIII. yy. Azerbaycan’ının yalnız edebiyatında değil, siyâsî hayatında da iz bırakmış büyük şahsiyetlerdendir. O, otuz yıla yakın bir zaman, 1747’de Penap Han tarafından kurulmuş olan Karabağ Hanlığı’nın baş vezirliğini yapmıştır. Vakıf, şiirlerinde içerisinde yaşadığı muhitin her yönüyle aksettirmeye çalışmıştır.

 

Hayatının sonuna, doğru, yaşadığı dehşetli olayların etkisi altında şiirlerinde, her zaman reddettiği keder motifleri ağırlık kazanmışsa da, Vakıf Azerbaycan şiirinin tarihine hayat, sevinç ve mutluluğun şairi olarak girmiştir. Şiirlerinin birinde,Toybayramdır bu dünyanın ezabı, Eqli olan ona getirir tabı, diyen şair, gerçekten de edebî kişiliği ve yaratıcılığı ile azaplar arasında bir sevgi, bir sevinç, bir inanç yaşatmanın örneğini vermiştir. XVIII. asrın ikinci yarısından itibaren edebiyata gelen şairlerin büyük bir kısmı Vakıfın yolundan giderler. O’nu kendilerine sanat hocası sayar ve Vakıf koşmaları üslubunda eserler yazarlar. Mehemmed Bey Cavanşir, Aşık Peri, Kasım Bey Zakir, Yehya Bey Dilgem ve onlarca diğer Azerbaycan şairinin eserlerinde yaşatılan bu gelenek XX asr Azerbaycan şiirinde de devam ettirilmektedir. Vakıf orta çağ Azerbaycan şiirinin son büyük klasiğidir. Ama o, sanatının bütün ruhu ile geleceğe istikametlenmiş bir şairdir. Diğer taraftan Vakıfın zengin yaratıcılığı ortaçağ ve yeni Azerbaycan edebiyatlarını birleştiren, biri birine bağlayan bir köprü timsalindadır.

 

XIX. yüzyılın başlangıcı, aynı zamanda Azerbaycan’da Rus işgalinin başlangıcıdır. Aslında bu işgalin planı yüzyıl önce, sadece Avrupa’ya değil, Doğuya da pencere açmak isteyen Rus imparatoru I. Pyotr’unTürk kaynaklarında denildiği gibi Deli Petro’nun, zamanında çizilmişti. 1722′ de Baku üzerinden yürüyen ve Derbent’e kadar gelen Deli Petro iç ayaklanma nedeni ile geri dönmek zorunda kalmıştı. Hayatının son aylarmda vasiyetini yazarak hayalinde yaşattıklarının gerçekleştirilmesini varislerine havale etmiştir. XVIII. yy. ortalarında Osmanlı Devleti’nin evvelki gücünü ve kudretini kaybetmesi, İran’ın iyice zayaflaması Rusya’ya Kafkaslarda daha aktif bir politika yürütmek imkanını verdi. 1783′ te Gürcistan Rusya’nın himayesine geçti. Buradan, Rusların yolu artık doğrudan Azerbaycan’a idi.

 

1804′ de Rus orduları Gence’yi ele geçirdiler. Rusların, uygun şartlar altında teslim olma teklifini nefretle reddeden Gence Hakimi Cevad Han, kale duvarlarının üzerinde şehit oldu. Gence’nin ardından, aynı yıl Karabağ Hanlığı ve CarBalaken icması, 1805’te Şamahı Hanlığı, 1806’da Baku, Derbend, Küba hanlıkları Rusya’nın işgaline uğradı. Rusya’ya savaş ilan eden İran, 1813’te mağlup oldu. 12 Ekim 1813’te Karabağ’daki Gülistan köyünde İran’la Rusya arasında imzalanan barış anlaşmasına göre İran; Gence, Karabağ, Seki, Şirvan,Küba, Baku, Talış hanlıkları, Doğu Gürcistan ve Dağıstan’a üzerindeki iddialarından el çektiğini bildirdi.1826’da İran, İngiltere ve Fransa’nın da tahriki ile yeniden savaşa girdi. Ama, bu savaş da İranlıların yenilgisi ile sonuçlandı. Neticede 1828 yılının Türkmençay barış anlaşmasına göre Nahçıvan ve İrevan hanlıkları da Rusya’ya geçti ve böylece Azerbaycan’ın kuzeyinin Rusya İmparatorluğu tarafından işgali tamamlandı. Araz nehri sınır olarak kabul edilmekle, Azerbaycan ikiye bölündü. Yeni topraklara sahip olan Rusya çok geçmeden buradaki hanlık idare sistemine son verdi; eski hanların yerine Rus subaylarından oluşan komendantlar tayin etti. Birbirinin ardınca geçirilen ıslahatlar, Azerbaycan’m İmparatorluğun içerisinde eriyip gitmesi, yerli halkın bir Rus tebaasına çevrilmesi amacını gütmekte idi.

 

Marksizmin banilerinden biri olarak tanınan F. Engels, K. Marks’a gönderdiği 13 Mayıs 1851 tarihli mektubunda, Rusya’nm doğudaki, özellikle de Kafkasya’daki fetihlerine değinerek şöyle yazar; “Bütün rezilliğine ve Slav çirkefine rağmen Rusya Şarkla münasebette gerçekten ilerici bir rol oynuyor… Rusya’nm hakimiyeti Karadeniz ve Hazar Denizi için Merkezi Asya için, Tatar ve Başkırtlar için medenileştirici rol oynuyor… Bu fikirde bir gerçek payı vardır. Ancak, son dönemlere kadar Engels’in bu fikrine istinad olunurken onun birinci kısmı (“Rusya bütün rezilliğine ve Slav çirkefine rağmen…) bir kenara atılır, yalnız ikinci kısmı verilirdi. Aslında XIX yy. evvellerinde bağımsızlıklarını ve özgürlüklerinin kaybederek Rusya’nın işgali altına düşen, Türk boyları, hem imparatorluk politikasının rezillik ve çirkeflerini kendi hayatlarında yaşamış, hem de gerçekten şark ülkeleri ile kıyaslandığında daha ilerici gözüken Rusya’nın medenileştirici etkisini hissetmişlerdi. Daha doğrusu, Rusya bu halklar için, Avrupa kültürüne bir geçit, bir köprü işlevini taşımıştı.

 

Rusya işgalinden sonra dağınık, her zaman birbiri ile savaş ve kargaşa durumunda olan Azerbaycan hanlıkları, yalancı bir devletin, işgalci bir imparatorluğun çatısı altında da olsa, birleştiler. Çekişmelere ve iç savaşlara, İran’ın eksilmeyen baskınlarına son verildi. Toprak cihetinden birleştirilen Azerbaycan’da, zaman geçtikçe hanlık döneminin oluşturamadığı birlik duygusunun ilk ışıltıları gözükmeye başladı. Rus idaresinin getirdiği sıkıntılar, kendi topraklarında her adım hak ve hukuklarının çiğnenmesi, imparatorluk siyasetine karşı bir tepki olarak millî ve dinî hisselerin sürekli ayakta tutulmasını sağladı. Artık edebiyat da, edebiyat adamları da uçurulmuş saraylardan, dağıtılmış hanedanladan uzaklaşarak halkın, toplumun arasına girmişti; onunla birlikte yüzüyor, onunla aynı hayatı yaşıyordu.

 

Azerbaycan’ın yeni bir döneme girdiği, yeni ekonomik, siyâsî, kültürel ilişkilere koşulduğu XIX. yy. başlarında Azerbaycan Edebiyatı birkaç çizgi üzerinde gelişmekte idi. Bunlardan birincisi, edebiyatta klasik sanat geleneklerine, Fuzûlî edebî mektebinin geleneklerine dayanan divan şiiri idi. Divan Edebiyatı’nın temsilcileri ülkenin hayatında baş gösteren köklü değişikliklerden habersizmiş gibi geleneksel konularda eserler yazmakta, nazireler uydurmakta idiler. XIX. asrın, bu şiir üslubunda, bu edebî mektep temsicilerinin yaratıcılığına getirdiği esas yeniliklerden biri, dinî mevzuların daha sık şekilde ele alınması, Tarikat Edebiyatı’nın güçlenmesi idi. Mersiye şiiri Azerbaycan’ın gerek kuzeyinde, gerekse güneyinde yaygınlık kazanmış, bu şiirin Raci, Gumri, Dehil, Şüai, Süpehri, Mirza Hebib Kudsi, Pürgem Bedii, Ahi vs. istidatlı temsilcileri yetişmiştiler. Mersiye şiiri baştan başa şiilik ideolijisinin tebliğine, şii mukaddeslerinin hayatının tasvirine ve Kerbela olaylarının açıklanmasına hasredilmişti. Azerbaycan’ın Rusya işgali altında olan Kuzey kesiminde mersiye ve tarikat şiirinin yayılmasının, yerli halkın dinî hislerini her zaman ayakta tutmak ve böylece onlara yabancılar karşısında bir direniş gücü ve inan
cı kazandırmak açısından önemi vardı.

 

Diğer taraftan dinî edebiyat, özellikle de mersiye şiiri, halkın geniş tabakalarına ulaştırılabilen az sayıda edebiyat örneklerinden birincisi ve muhtemelen de sonuncusu idi.Millî edebiyatın gelişmesindeki ikinci çizgi Vakıf geleneklerinin ve halk şiiri üslubunun yeni şartlardaki devamı ile ilgili idi. Vakıftan sonra XIX. asrın birinci yarısında onun adı ile ilgili olarak bu edebî cereyan Azerbaycan’ın güneyinde ve kuzeyinde, bütün bölgelerde yaygınlaşmıştı. Yazılı edebiyatta aşık şiiri geleneklerinin yer alması, ilk merhalede, Aşık Edebiyatı’nın halk kitleleri içerisinde bilinir olması ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılması ile ilgili idi. Ama yazılı edebiyat, Şah İsmail Hatai döneminden başlayarak, yalnız aşık şiirinin şeklini, mevzunu kullanmakla sınırlanmamıştı. Eğer böyle olsaydı, o zaman zaten yazılı edebiyatla, aşık şiirinin, Vakıfla Aşık Ali’nin hiçbir farkı olmazdı. Halk şiiri üslubunda güzel, oynak, anlaşılır eserler yazan Zakir, Mehemmed Bey Aşık, Aşık Peri, Mirz Hasan Mirz, Kâzım Ağa Salik, Mücrüm Kerim Vardani, Melikballı Kurban vb. aynı zamanda klasik şiirin tecrübesinden ve kurallarından da faydalanıyorlardı. Onlar kendi eserlerinde iki geleneği bir araya getirip, onun birliğine, sentezine ulaşıyorlardı. Nihayet, yazılı edebiyattaki halk şiiri üslûbu, aşık şiirinden farklı olarak ilmî, tarihî kaynaklara dayanır. Hem çeşitli, hem de ekseri hallerde bilgi ve okumayı gerektiren sosyal, siyâsî ve tarihî konuları ele alıyorlardı.

| « Önceki | Sonraki » |

|» “Azerbaycan Edebiyatı” Sayfasına Dön! « |

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

Kaynak: “Azerievi.Com

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)