Hicretin Yedinci Yılı

Hicretin Yedinci Yılı
(628-629 M.)


1- İSLÂMA DAVET İÇİN ELÇİLER GÖNDERİLMESİ

“Ya Muhamed! De ki; doğrusu ben, göklerin ve yerin yegâne mâliki, kendisinden başka ilâh olmayan; dirilten ve öldüren Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim…”
(el-A’raf Sûresi, 158)


Hz. Muhammed (s.a.s), daha önceki peygamberler gibi, sâdece Arapların veya belli bir toplumun peygamberi değildir. O’nun peygamberliği umûmîdir. Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara peygamber ve âlemlere rahmet olmak üzere gönderilmiştir.(262) Bu sebeple İslâm’ı her tarafa yayması, peygamberliğini bütün dünyaya duyurması gerekiyordu. Fakat şimdiye kadar Mekke müşrikleri buna imkân vermemişlerdi.


Hudeybiye Anlaşmasıyle iki taraf arasında barış ve güvenlik sağlandı. Artık, Müslümanlığın yayılması için herkese ve her tarafa duyurma zamanı gelmişti. Rasûlullah (s.a.s) Hudeybiye’den dönünce bu konuyu ashâbıyle istişâre etti. Büyük ve komşu devletlerin hükümdarlarıyla bazı Arap beyliklerine mektup ve elçi gönderilmesi kararlaştırıldı. Kaşında “Muhammed Rasûlullah” yazılı gümüş bir yüzük yaptırıldı, mektuplar bununla mühürlendi.(263)

Elçiler ve Gönderildikleri Hükümdarlar

Bizans Kayser’i Hirakliyus’a, Halîfe oğlu Dihyetü’l-Kelbî; İran Kisrâ’sı Hüsrev Perviz’e, Huzâfe oğlu Abdullah; Habeşistan Necâşisi Ashame’ye, Ümeyye oğlu Amr; Mısır (İskenderiyye) Mukavkısı Çüreyc’e, Ebû Beltea oğlu Hâtıb; Gassan Emîri Hâris b. Ebî Şemmer’e, Vehb oğlu Şuca’; Yemâme Emîri Hevze b.Ali’ye de Amr oğlu Salît elçi olarak mektup götürdüler.(264)

 

2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN HÜKÜMDARLARA YAZDIRDIĞI MEKTUPLAR

a) Bizans Kayseri’ne Gönderilen Mektûp

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahim… Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)’den, Rum’un büyüğü Hirakl’e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra: Ben seni İslâm’a ve onu yayma hizmetine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin, Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer kabûl etmezsen, halkının vebâli senin boynundadır.”


“Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin: Ancak Allah’a kulluk edelim. O’na kullukta hiç bir şeyi ortak yapmayalım. Allah’ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı Rab edinmesin. Eğer yüz cevirirlerse, ‘şâhid olun, biz Müslümanız’ deyin” (Âl-i İmrân Sûresi, 64).(265)


Dihye, Rasûlullah (s.a.s.)’in mektubunu Hirakl’e götürdüğü zaman Hirakl Kudüs’te bulunuyordu. Elçiyi iyi karşıladı. Rasûlullah (s.a.s) hakkında bilgi edinmek için, bölgede bulunan Arap tâcirlerinin huzûruna getirilmesini emretti.


Mekke’den bir ticâret kafilesi o sırada bu bölgede bulunuyordu. Kafilede Kureyş’in reisi Ebû Süfyân da vardı. Ebû Süfyan ve arkadaşları getirildiğinde, Bizans’ın ileri gelen din ve devlet adamları, piskoposlar, papazlar İmparator Hirakl’in etrâfında sıralanmışlardı. Kayser tercüman vâsıtasiyle:


Peygamberlik davasında bulunan bu zâta, içinizde soyca en yakın olan kim? diye sordu. Ebû Süfyân:
-Burada nesebce O’na en yakın benim, diye ilerledi. Kayser Ebû Süfyân’ı arkadaşlarının önüne oturttu.

Sorularıma doğru cevâp vermezse, siz düzeltin, dedi. Sonra İmparator ile Ebû Süfyân arasında şu konuşma geçti:

-İçinizde Muhammed (s.a.s.)’in soyu nasıldır?
-Asil bir soydandır.
-Memleketinizde ondan önce Peygamberlik davasında bulunan oldu mu?
-Hayır.
-Sülâlesinde hükümdar var mı?
-Hayır.
-O’nun dinine girenler halkın eşrâfı mı, zayıfları mı?
-Çoğunlukla fakir ve zayıf kimseler.
-O’na uyanlar gün geçtikce çoğalıyor mu, azalıyor mu?
-Çoğalıyor.
-Dinine girdikten sonra, beğenmeyip ayrılanlar oldu mu?
-Olmadı.
-Daha önce yalan söylediği olur muydu?
-Aslâ olmazdı.
-Hiç sözünde durmadığı oldu mu?
-Olmadı, ancak şimdi biz onunla barış yaptık. Bu müddet içinde nasıl davranacağını bilmiyoruz.
-O’nunla hiç savaştınız mı?
-Evet savaştık.
-Netice ne oldu ?
-Bazan biz, bazan O kazandı.
-Size ne emrediyor?
-Yalnız Allah’a kuluk edin, O’na hiç bir şeyi ortak yapmayın, dedelerinizin taptığı putları bırakın, diyor. Namaz kılmayı, doğru ve iffetli olmayı, akrabalık bağını kesmemeyi emrediyor.
Bundan sonra imparator sözlerine şöyle devam etti:


Nesebce asîl olduğunu söylediniz. Peygamberler dâima asil soydan gelmiştir. İçinizden daha önce böyle bir davada bulunan olmadığını anlattınız. O’halde eski bir davanın peşinde bir kişi sayılamaz. Soyunda hükümdar yoktur, dediniz. Bu durumda servet ve saltanat peşinde olduğu da söylenemez. Daha önce kesinlikle yalan söylemediğine şehâdet ediyorsunuz. İnsanlara yalan söylemeyen Allah’a karşı da yalan söylemez. O’na imân edenlerin çoğunlukla fakir ve zayıflar olduğunu ifade ettiniz. Peygamberlere ilk uyanlar dâima böyle olmuştur. O’na uyanların gün geçtikçe arttığını söylediniz. Hakk’a uyanlar azalmaz, dâima çağalır. Dinine girdikten sonra dönen hiç yok dediniz. İmân kalbde kökleşince çıkmaz. Sözünde durduğunu, kimseyi aldatmadığını itirâf ettiniz. Peygamberler kimseyi aldatmaz. Sizi ancak Allah’a kulluk etmeğe, O’na hiç bir şeyi ortak koşmamağa dâvet ettiğini açıkladınız. Eğer bu söyledikleriniz doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklar, yakında O’nun olacaktır. Ben bir peygamber geleceğini biliyordum ama, sizden çıkacağını sanmazdım. Eğer O’na ulaşabileceğimi bilsem, her zahmete katlanırdım. Yanında olsam, ayaklarını yıkar, hizmet ederdim. dedi. Sonra mektûbu okuttu.


İmparatorun Ebû Süfyânla yaptığı konuşma, papazları kızdırmıştı. Mektup okununca salonda gürültü çoğaldı. İmparator işin kötüye varmasından korktu. Elçinin ve Arap tâcirlerin çıkmalarını istedi. Ben sizin dininize bağlılığınızın derecesini anlamak istemiştim, diyerek tutumunu değiştirdi.(266)


Kayser Hirakl’in kalbinde iman kıvılcımı belirmişti. Dünya hırsı ve saltanatını kaybetme korkusu, bu kıvılcımı söndürdü. Fakat elçiye saygısız davranmadı, hediyeler vererek nezâketle geri çevirdi.

 

b) İran Kisrâ’sına Gönderilen Mektup

Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahim. Allah’ın kulu ve Peygamberi Muhammed (s.a.s.)’den Fars’ın ulusu Kisrâ’ya. Hidâyete uyanlara, Allah ve Rasûlüne imân edenlere, Allah’tan başka hiç bir ilah olmayıp O’nun bir tek olduğuna, ortağı ve benzeri bulunmadığına, Muhammed (s.a.s.) ‘in O’nun kulu ve rasûlü olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ! Seni Allah’ın dinine dâvet ediyorum. Çünkü ben, dirileri (Allah’ın azabıyla) uyarmak, kâfirler üzerine o söz (azab) hak olmak için, bütün insalara Peygamber gönderildim. Ey Kisrâ! müslüman ol ki selâmet bulasın. Eğer olmazsan, mecûsîlerin günâhı boynuna olsun.(267)


Rasûlullah (s.a.s.), mektubun Kisrâ’ya verilmek üzere, Bahreyn emiri Münzir’e teslimini emretmişti. Bahreyn, o zaman İran’a bağlıydı. Münzir mektubu Kisrâ’ya götürdü. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Rasûlullah (s.a.s.) bundan haberdar olunca:


-Parça parça olsunlar, buyurdu.(268)

Çok geçmeden Kisrâ Hüsrev Perviz, oğlu Şirvehy tarafından karnı deşilerek öldürüldü. Hz. Ömer’in halifeliği sırasında da Kisrâ’nın imparatorluğu parçalandı, Sâsâni Sülâlesi son buldu. Bütün İran toprakları Müslümanların eline geçti.

 

c) Habeşistan Necâşisi’ne Gönderilen Mektup

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Allah’ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)’den Habeş Meliki Necâşî’ye. Ey Melik, Müslüman ol. Ben, kendisinden başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin (gibi yüce sıfatlarla muttasıf) Allah’ın sana olan nimetlerinden dolayı mesrûrum, senin adına hamdediyorum.


Şehâdet ederim ki, Meryem’in oğlu İsâ, Allah’ın ruhu ve kelimesidir. O’nu hiç evlenmemiş, tertemiz ve çok iffetli bir hanım olan Meryem’e ilka etti. Böylece Meryem İsâ’ya hâmile oldu. Âdem’i (anasız-babasız) kudretiyle yarattığı gibi, İsâ’yı da (babasız) olarak ruhundan ve nefhinden yarattı.


Ey Melik! Seni eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah’a itâata, bana uymaya ve bana Allah’tan gelene imâna dâvet ediyorum. Çünkü ben Allah’ın Peygamberiyim. Seni ve askerlerini Allah’ın dinine çağırıyorum. Ben size tebliğ ve nasihat ettim. Nasihatımı kabûl edin. Selâm hidâyete uyanlara.(269)

Habeşistan’a hicret etmiş olan müslümanlardan bir grup ile, Hz. Ali’nin ağabeyi Câfer Tayyar hâlâ dönmemişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.) elçisi vâsıtasiyle bunların gönderilmesini ve Ümmü Habîbe’nin de zât-ı risâletlerine nikâh edilerek, gönlünün hoş edilmesini istemişti.

Necâşi, Ümmü Habîbeyi Rasûlullah (s.a.s.)’e nikâhladı. Habeşistan’da bulunan Müslüman muhâcirleri gemiye bindirip gönderdi. Rasûl-i Ekrem’e bir mektup yazarak Müslüman olduğunu da bildiridi.

 

Rasûlullah (s.a.s.)’e Habeş Necâşi’sinin Mektubu

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm, Allah’ın Rasûlü Mahammed (s.a.s.)’e Necâşi Ashame tarafından. Ey Allah’ın Peygamberi, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.

Ey Allah’ın Rasûlü, Hz. İsâ hakkındaki açıklamayı hâvi mektubunuz bana ulaştı. Göklerin ve yerin Rabbı olan Allah’a yemin ederim ki, Hz. İsa da, kendisiyle ilgili olarak, zikrettiğinizden ziyâde birşey söylememiştir. O’nun söyledikleri de, sizin buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğ ettiğiniz şeyleri öğrendik. Amcanız oğlu (Câfer) ve arkadaşlarıyle tanıştık. Ben şehâdet ederim ki sen, Allah’ın geçmiş Peygamberleri tasdik eden, sözünde sâdık Rasûlüsün. Sana bîat ettim, (daha önce) amcanız oğluna bîat ederek, âlemlerin Rabb’ı Allah Teâla’ya imân edip Müslüman olmuştum.(270)

 

d) Mısır Meliki Mukavkıs’a Gönderilen Mektup

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r�rahîm. Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)’den Kıbt milletinin büyüğü Mukavkıs’a. Selâm hidâyet yoluna uyanlara. Ben, seni İslâm Dini’ne dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin, Allah da ecrini iki kat versin. Kabûl etmez, yüz çevirirsen, Kıbt milletinin günâhı boynuna olsun.” (Mektup, Âl-i İmrân Sûresi’nin 64’üncü âyetiyle son bulmaktadır.(271)

Mısır Mukavkısı Cüreyc, Rasûlullah (s.a.s.)’in elçisine hürmet gösterdi, fakat Müslüman olmadı. Elçiye bir mektup verdi, hediyelerle geri çevirdi.

 

Rasûlullah (s.a.s.)’e Mısır Mukavkısı’nın Mektubu

Bismi’llâhir’r-rahmâni’r-rahîm. Abdullah oğlu Muhammed (s.a.s.)’e, Kıbtın büyüğü Mukavkıs’tan, Selâm sana. Mektubunu okudum. Münderecâtını ve dâvetinizi anladım. Zuhûru beklenen bir peygamber kaldığını biliyordum. Fakat ben O’nun Şam’dan çıkacağını sanırdım. Elçinize ikram ettim. Size Kıbt milleti arasında mevkii yüksek iki câriye ile bir elbise ve binmeniz için de bir ester hediye gönderiyorum. Selâm sana muhterem Peygamber.(272)


Bu câriyelerden Mâriye’yi Rasûlullah (s.a.s.) kendisi aldı. İbrahim adındaki oğlu bundan oldu. Kardeşi Şirin’i ise şâiri, Hassan b. Sâbit’e verdi. Düldül adı verilen beyaz estere de bindi.

 

e)Yemâme Emiri Hevze’ye Gönderilen Mektup

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r�rahîm. Allah’ın Rasûlu Muhammed (s.a.s.)’den Ali oğlu Hevze’ye. Selâm hidâyet yolunda olanlara. Bil ki, Rabb’ım benim dinimi yakın bir zamanda, dünyanın en uzak ufuklarında parlatacak. Ey Hevze, Müslüman ol da selâmete er. Ben de idâren altındaki yerleri, senin idârende bırakayım.(273)


Hrıstiyan olan Hevze, Müslüman olmadı. Rasûlullah (s.a.s.)’e yazdığı cevapta:

-Beni dâvet ettiğin din çok güzel. Ancak Arablar benim yerime göz koymuşlardır. Beni veliahd yaparsan, sana tâbi olurum, dedi. Rasûllüllah (s.a.s.)’a Hevze’nin cevâbı okununca:

-Bu adam ne söylüyor? Bu şartla O’na bir karış yerin idaresini bile bırakmam, buyurdu.(274) Hevze, Mekkenin fethinden sonra öldü. Çok geçmeden bu bölge Müslüman oldu.

 

f) Gassân Emiri Hâris’e Gönderilen Mektup

“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r�rahîm. Allah’ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)’den Ebû Şemmer oğlu Hâris’e. Selâm hidâyete uyan, bana imân edip nübüvvetimi tasdik edenler üzerine olsun. Seni, eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah’a imân etmeğe dâvet ediyorum.Kabûl ettiğin takdirde, yerinde hümükdar olarak kalacaksın.(275)


Hâris, Rasûlullah (s.a.s.)’in mektubunu küstahca yere attı. Elçiye saygısız davrandı. Hatta, Bizans İmparatorundan Medine üzerine asker sevki istemiş, fakat Kayser reddetmişti. Elçi Şuca’, Hâris’in davranışını arzedince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-Allah mülkünü elinden alsın, buyurdu.
Hâris, Mekke’nin fethi sırasında öldü. Ülkesi Hz. Ömer’in halifeliği sırasında İslâm sınırları içine girdi.

 

3- HAYBER’İN FETHİ (Muharrem 7 H./Mayıs 628 M.)

a) Savaşın Sebebi

Hayber Medine’nin kuzey-doğusunda, Suriye yolu üzerinde, Medine’ye 170 km. mesâfede büyük bir Yahûdî şehriydi. Yedi kalesi vardı. Hurmalıklarıyla meşhûr, münbit bir vâha’da kurulmuştu.


Hayber, Müslümanlara karşı bir fesâd ocağı hâline gelmişti. Daha önce Medine’den çıkarılmış olan Yahûdîler de oraya yerleşmişlerdi. Müslümanlara karşı, müşrik bedevî Arabları harekete geçiren, Hendek Savaşını hazırlayan bunlardı. Hendek Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîlerine, düşmanla işbirliği yaptıranlar da bunlar olmuştu.


Rasûlullah (s.a.s.) Hayber ahalisiyle barış yapmak istiyordu. Hudeybiye’den döndükten sonra, Ravâha oğlu Abdullah’ı Hayber’e gönderdi. Fakat Yahûdîler barış teklifini kabûl etmediler. Onlar, komşuları Gatafan kabilesiyle birlikte Medine’yi basmak için hazırlanıyorlardı. Hudeybiye Barış Anlaşması’nın, Müslümanların aleyhine görünen maddeleri,onlara Müslümanları kuvvetsiz göstermişti. Münâfıklar da onları savaşa teşvik ediyorlardı.


Gatafan kabîlesi, Müslümanlara karşı Yahûdîlerle birlikte hareket etmeyi kübûl etmişti. Düşman hazırlığını tamamlamadan harekete geçmek gerekiyordu. Rasûlullah (s.a.s.), ashâbına:


-“Cihâdı isteyenler bizimle gelsin” diyerek Hayber üzerine yürüneceğini ilan etti. Hicretin 7’inci yılı Muharrem ayında 2000 atlı ve 1600 piyâde ile Medine’den çıktı. Harekâtını düşmana sezdirmeden, üç günde Raci’ Vâdisi’ne ulaştı.(276) Burada ordugâhını kurdu. Böylece Gatafan kabîlesinden, Yahûdîlere gelecek yardımın yolunu kesmiş oldu.


b) Hayber’in Kuşatılması

Rasûlullah (s.a.s.) düşman üzerine gece vakti varırsa, hemen baskın yapmaz, sabahı beklerdi.(277) Bu sebeple geceyi Raci’de geçirdi. Sabah namazını kıldıktan sonra, Hayber üzerine yürüdü.

Sabahleyin, kazma ve kürekleriyle işlerine gitmek üzere evlerinden çıkan Yahûdîler, karşılarında Müslüman ordusunu görünce şaşkınlıkla:


-Muhammed, vallâhi Muhammed ve askeri… diye bağrıştılar (278), geri dönüp kalelerine kapandılar.


Hayber’de hepsi de gayet sağlam 7 kale vardı. En kuvvetlisi ise Kamûs kalesiydi. Hepsinde de bol miktarda silah ve yiyecek vardı. Yahûdîler savaş için hazırlıklıydılar. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.)’in sulh teklifini kabûl etmediler.

 

c) Son Kale ve Fethin tamamlanması

Yirmi gün kadar devâm eden kuşatma ve savaş sonunda, bütün kaleler birer birer zaptedildi. Sadece Kamûs kalesi kaldı. Bu kalenin kumandanlığında, Arablarca bin cengâvere bedel sayılan meşhûr Yahûdî pehlivanı Merhab bulunuyordu. Her gün sıra ile ashabın ileri gelenlerinin komutasında yapılan hücumlardan bir sonuç alınamamıştı. Nihâyet Rasûlullah (s.a.s.) bir gün:


-Yarın sancağı bir kişiye vereceğim ki, Allah Hayber’in fethini O’nun eliyle müyesser kılacak. O kişi Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever, buyurdu. Bu yüce şerefin kime nasib olacağı bilinmediğinden, herkes o gece ümitle sabahlamıştı. Hz. Ali’nin gözlerinde şiddetli bir ağrı vardı. Bu yüzden hiç kimsenin hatırından O geçmiyordu. Sabah olunca Hz. Peygamber (s.a.s.):


-Ali nerede? Bana O’nu çağırın, buyurdu.
-Yâ Rasûlallah, gözleri ağrıyor, dediler ve yederek huzuruna getirdiler.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) duâ edip üfledi. Hz. Ali’nin gözleri derhal iyileşti, sanki hiç ağrımamış gibi oldu. Sonra sancağı O’na verdi.(279)


Hz. Ali, Yahûdîleri önce İslâm’a çağırdı; kabûl etmediler. Sulh teklifine de yanaşmayıp, savaşa devâm ettiler.
İlk önce Merhab kaleden çıktı. Kahramanlık şiirleri söyleyerek meydan okudu. Karşısına çıkacak er diledi. O’na karşı bizzât Hz. Ali çıktı, kahramanca dövüşerek bu güçlü Yahûdîyi yere serdi. Merhab öldürülünce, Yahûdîler fazla dayanamadılar. Ümitsizliğe düşüp kaleyi teslim ettiler. Böylece Hayber feth edildi; Hz. Ali de Hayber Fâtihi oldu. Savaş sırasında Yahûdîlerden 93 kişi ölmüştü, Müslümanlar ise 15 şehit vermişlerdi.

 

d) Hayber Arâzisi

Savaş sonunda Hayber arâzisi, Müslümanların eline geçti. Ancak Yahûdîler, bu topraklarda yarıcı olarak çalışmak istediler; istekleri kabûl edildi. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) her yıl mahsûl zamanı Ravâhaoğlu Abdullah’ı Hayber’e gönderirdi. Abdullah da mahsûlü iki eşit kısma böler, yarısını Yahûdîlere bırakır, diğer yarısını da Medine’ye götürürdü.


Yahûdîler, Hz. Ömer’in hilâfeti zamanına kadar yerlerinde kaldılar. Hz. Ömer’in hilâfetinde, Arabistan dışına çıkarıldılar.

 

e) Hz. Peygamber (s.a.s.)’i Zehirleme Teşebbüsü

Hz. Peygamber (s.a.s.) fetihden sonra Hayber’de bir kaç gün daha kaldı. Yahûdîler gördükleri insânî muâmeleye rağmen, hâince davranışlarından vazgeçmediler. Rasûlullah (s.a.s)’e suikast yapmayı plânladılar.
Yahûdî reislerinden Hâris kızı Zeynep, bir ziyâfet hazırladı. Rasûlullah (s.a.s.)’i de bazı arkadaşlarıyla birlikte yemeğe dâvet etti. Fakat sofraya konulan koyun eti zehirliydi.


Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu ilk lokmada anladı, çiğnediği parçayı ağzından çıkardı; ashâbına da yememelerini emretti. Fakat, Berâ oğlu Bişr bir kaç lokma yemişti. Rasulüllah (s.a.s.) bunu niçin yaptıklarını Yahûdîlere sorduğunda:


-Eğer yalancı isen, senden kurtuluruz, şayet hak peygamber isen, sana zarar vermez.. diye düşündük, diye, güya akıllıca bir cevap verdiler.(280)


Zeynep de suçunu inkâr etmedi.
-Babam, amcam, kocam ve kardeşlerim, hepsi savaşta öldüler. İntikam için yaptım, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şahsına karşı işlenen suçları affederdi. Bu sebeple Zeynep’i cezâlandırmadı. Ancak çok geçmeden zehirli etten yiyen Bişr ölünce, Zeynep de kısâs edilerek öldürülmüştür.(281)

 

4- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)’IN
HZ. SAFİYYE İLE EVLENMESİ

Hayber esirleri arasında, Benî Nadîr reisi Ahtab oğlu Huyey’in kızı Safiyye de vardı. Safiyye Hz. Harun’un neslinden olup, annesi de Benî Kurayza reisinin kızıydı. Hayber Yahûdîlerinin reisi Rabi’ oğlu Kinâne ile evlenmişti. Kocası savaşta ölmüş, kendisi esir düşmüştü. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) O’nu Dihyetü’l-Kelbî’ye vermişti. Ashâb bunu uygun bulmadılar:


-Hayber reisinin eşi Benî Kurayza ve Benî Nadîr’in en şerefli hanımının câriye olarak Dihye’ye verilmesi, Yahûdîler için son derece haysiyet kırıcı olur. Bu sebeple Safiyye’yi ancak sizin nikâhlamanız uygun olur, dediler.


Rasulüllah (s.a.s.) Dihye’ye başka bir câriye verdi. Safiyye’yi azâd etti ve onunla evlendi.(282) Böylece O’nun haysiyet ve şerefini korudu.

 

5- FEDEK VE VÂDİ’L-KURÂ’NIN ALINMASI

Fedek, Medine’ye iki günlük mesâfede, akar suları ve hurmalıkları bol, zengin bir Yahûdî köyü idi. Rasûlullah (s.a.s.), Hayber’in muhâsarası devam ederken, Fedeklileri, İslâm’a dâvet için bir elçi gönderdi. Fedekliler, Müslümanlığı kabûl etmediler. Topraklarımız sizin olsun, biz burada Hayberliler gibi, yarıcı olarak çalışalım, dediler. İstekleri kabûl edildi.


Vâdi’l-Kurâ ise, Hayber’le Medine arasında bir çok Yahûdî köyünün bulunduğu bir vâdi idi. Buradaki Yahûdîler de çevredeki Arap kabîleleriyle anlaşarak, Müslümanlarla savaş için hazırlanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.)
Hayberden dönerken buraya uğrayıp onları da İslâm’a dâvet etti, kabûl etmediler, Müslümanlara ok yağdırarak savaşı başlattılar. Dört gün süren çarpışma sonrasında yenik düştüler. Hayber gibi, elde edecekleri mahsûlün yarısı kendilerinin olmak üzere, yerlerinde bırakıldılar.


Devâmlı Müslümanlara düşmanlık besleyen Yahûdîlerin işi böylece tamamlanmış oldu. Müslümanlar Safer ayında Medine’ye döndüler.

 

Ele Geçen Arâzi

Müslümanların, düşmandan (kâfirlerden) savaşarak aldıkları mallara “ganimet” denir. Ganimet malların, beşte dördü savaşa katılan mücâhidlere paylaştırılır. Beşte biri ise beytü’l-mâl’e (Devlet Hazinesine) bırakılır.(283) Düşmandan (Kâfirlerden) savaşmadan barış ve anlaşma yolu ile elde edilen mallara ise “fey” adı verilir. Fey’in tamamı beyt’ül mâl’e aittir. (284) Rasûlullah (s.a.s.) hayatta iken, Beytü’l-mâle âit malların tasarrufu O’na âitti.


Bu sebeple savaşsız ele geçen Fedek arazisinin tamamı ile Hayber ve Vâdi’l-Kurâ topraklarının beşte biri Rasûlullah (s.a.s.)’ın emrine ayrıldı. Beni Nadîr arâzisi de, daha önce böyle olmuştu.(285) Hayber ve Vâdi’l-Kurâ’nın kalan arâzîsi, mücâhidlere verildi.

 

6- HABEŞİSTAN GÖÇMENLERİNİN DÖNÜŞÜ

Habeşistan’a hicret etmiş bulunan Müslümanların 16 kişilik son kafilesi de, Hayber’in fethi sırasında döndü.(286) Başlarında Hz. Ali’nin kardeşi Câfer Tayyar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) son derece memnun oldu.
-Hangisine sevineceğimi bilemiyorum, Hayber’in fethine mi, yoksa Câfer’in gelişine mi? buyurdu.(287) Ganimetlerden onlara da hisse ayırdı.(288)

 

7- KÂBE’Yİ ZİYARET (Umretü’l Kazâ)
(Zilkade 7 H./Mart 629 M.)

“Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın”
(el-Bakara Sûresi, 196)

Hudeybiye anlaşmasına göre, Müslümanlar Kâbe’yi bir yıl sonra ziyâret edebileceklerdi. Anlaşma gereğince üç günden fazla Mekke’de kalamayacaklardı. Mekkeliler de bu esnâda, şehrin dışına çekileceklerdi.

a) Bir Yıl Önce Edâ Edilemeyen Umre

Anlaşma’dan bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye’de bulunan Müslümanların, bir yıl önce edâ edemedikleri Umre’yi kazâ etmek üzere hazırlanmalarını emretti. Hicretin 7’inci yılı zilkade ayında (Mart 629) Medine’den hareket edildi. Hudeybiye’de bulunmayanlardan da katılanlar olduğu için, Kâbe’yi ziyârete gidenlerin sayısı 2000’i geçti.


Müşrikler, Müslümanların geldiğini duyunca Mekke’yi boşalttılar. Şehri çevreleyen yüksek tepelere kurdukları çadırlardan, Müslümanları merakla izlediler.


Müslümanların Mekke’ye girişleri çok heyecanlı oldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) devesi Kasva üzerinde ilerliyor, hep birden yüksek sesle, “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk….”(289) diye telbiye söylüyorlardı. Uzaktan Kâbe görülünce “Allâhü Ekber, Allâhü Ekber, Lâilâhe illallâhü vallâhü ekber…”(290) diye tekbir getirmeğe başladılar. Yıllardan beri hasretini çektikleri Kâbe, işte şimdi karşılarındaydı. Özellikle muhâcirler, yedi yıllık bir ayrılıştan sonra doğup büyüdükleri kutsal beldeye girerken ayrı bir heyecân duyuyorlardı.


Kâbe, usûlüne göre tavâf edildi, etrafı yedi defa dolaşıldı. (291) Safâ ve Merve tepeleri arasında sa’y yapıldı.(292)


Müşriklerin ileri gelenleri, Dâru’n-nedve önünde toplanmışlar, Müslümanları seyrediyorlardı. Aralarında:
-Medine’nin humması bunları zayıf düşürmüş.. diye konuşuyorlardı.

Rasûlullah (s.a.s.)
Müslümanların zayıf ve güçsüz olmadıklarını göstermek istedi. Sağ kolunu ihramın dışında tutup bâzûsunu şişirdi. Tavafın ilk üç şavtını kısa adımlarla koşarak yaptı. Ashâbına da böyle yapmalarını emretti.(293) “Bu gün kendini onlara kuvvetli gösterene Allah rahmet etsin” buyurdu.


Ertesi gün peygamber (s.a.s.) Efendimiz Kâbe’ye girdi. Öğle vaktine kadar orada kaldı. Kâbe hâlâ putlarla doluydu. Habeşli Bilal, Kâbe’nin damına çıkarak öğle ezanını okudu. Mekke ufukları “Allahü Ekber” sedâlarıyla çınladı. Rasûlullah (s.a.s.)’ın arkasında, cemâatle namazlarını kıldılar.


Daha sonra Müslümanlar tıraş olarak ihramdan çıktılar. Bir sene önce eda edemedikleri umreyi kazâ etmiş oldular Rasûlullah (s.a.s.)’in rüyâsı ve ashabına müjdesi de böylece gerçekleşmiş oldu. Bu sebeple, Hicretten sonra, müslümanların bu ilk Kâbe ziyâretine “Umretü’l-Kazâ (Kazâ Umresi) adı verilmiştir

 

b) Kazâ Umresi’nin Mekkeliler Üzerindeki Tesirleri

Müslümanlar, Hudeybiye Anlaşması uyarınca üç gün Mekke’de kaldıktan sonra, Medine’ye döndüler. Bu esnâda, müşrikler, uzaktan uzağa Müslümanların bütün hallerini, davranışlarını merakla ve dikkatle izlediler. Son derece kibâr ve nâzik,huzûr ve sükûn içinde kardeşçe geçinen insanlar olduklarını gördüler. Ne içki içip sarhoş olan, ne başkasına saygısız davranan var. Hepsi edepli, tertemiz, üstün ahlâklı insanlar. Topluca ibâdet ediyorlar, oturup sohbet ediyorlar, birbirlerini sevip sayıyorlar, kimseye kötülük etmiyorlar, dâima Allah’a itâat içinde bulunuyorlar.. Evet, bunlar ne iyi insanlar.


Müslümanların üstün meziyetleri, örnek davranış ve yaşayışları, Mekkeliler üzerinde büyük tesirler meydana getirdi. Müslümanlık hakkındaki düşünceleri değişmeye başladı. İçlerinde Müslüman olma arzusu belirenler bile oldu. Kureyş’in ileri gelenlerinden Velîd oğlu Hâlid, Âs oğlu Amr,Talha oğlu Osman bunlardandı.

 

8- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)’İN MEYMÛNE
İLE EVLENMESİ

Hz. Meymûne, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin amcası Abbâs’ın eşi Ümmü’l-Fadl’ın kız kardeşidir. Hâris el-Hilâliye’nin kızıdır. Önce Amr oğlu Mes’ûd ile evlenmiş, sonra Adüluzza oğlu Ebû Rahm’in eşi iken dul kalmıştı. Rasûllüllah (s.a.s.)’ın eşleri arasında bulunmak en büyük emeliydi. Bu yüzden, külfetsiz ve mehirsiz olarak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in kendisini nikâhlamasını istiyordu.(294) Hz. Abbâs, dul baldızının isteğini Rasûlullah (s.a.s.)’a iletti. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, şeref ve asâletine hürmet ederek, Hz. Meymûne’nin teklifini kabûl buyurdu. Kaza Umresi esnâsında ihramlı iken nikah edip, ihrâmdan çıktıktan sonra zifâf oldu.(295)


Hz. Meymûne, Rasûlullah (s.a.s.)’ın nikâhlandığı son eşidir. Hicretin 51.’inci yılı, hac dönüşünde, Mekke’ye 6 mil mesâfede “Serif” denilen yerde vefât etmiştir.(296)

 

Teyze Anne Yerindedir

Hz. Hamza’nın küçük kızı Umâme, (veya Umâre) Mekke’de kalmıştı. Kazâ Umresi’nden Medine’ye dönerken, “amca, amca” diye Rasûlullah (s.a.s.)’in peşinden koştu. Hz. Ali onu kucaklayıp:
-Al, amcamızın kızı, diyerek eşi Hz. Fâtıma’ya verdi. Medine’ye varınca Hz. Ali, Hz. Câfer Tayyar ve Zeyd b. Harise hepsi de çocuğun bakımının kendilerine verilmesini istemişlerdi. Câfer Tayyar’ın eşi Esmâ,Ümâme’nin teyzesiydi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Teyze, anne yerindedir, buyurdu ve çocuğun bakımını ona verdi.(297)

|» “Peygamberimizin Hayatı” Sayfasına Dön! « |

 

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)