Bilimin Haritası – (Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu)

Bilimin Haritası
(Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu)

Ali, yabancı ülkede “Mastır”ını çok iyi bir evrenkentte bitirdi; üstün dereceyle, mühendislikte. “Ülkem için faydalı bir şeyler yaparım” düşüncesiyle mühendisliği seçmişti. Hoşuna da gidiyordu, ama asıl merakı temel bilim, fen, ve matematikti (riyâziye yâni).

 

Makine mühendisliğindeki “Mastır” tezi için araştırma ve deneyler yaparken, konunun temelindeki, mühendisliği besleyen, fende önündeki meselenin çözümü için yol ve yordamlar bulacağını sandı. Daha derinine araştırdı. Ama sonunda fark etti ki, işin temelinde eksiklik var. Gerekli kuramlar sağlam matematik temellere oturtularak geliştirilememiş. O, fen dalının önemli, temel bir sorununa, açığına parmağını bastığının, işin başında farkında değildi. Bunu birkaç yıl sonra kendisi, ve diğer bilimciler anlamağa başlayacaklardir.

Mayıs ayında ‘Mastır’ını bitiren Ali, gene önemli bir evrenkentte doktoraya kabul edildi. Bu sefer temel bilimde, fizikte. Sırf doktora yapmış olmak için, veya öğrenciliğini biraz daha uzatmak için değil. Ne yapmak istediğini artık iyice biliyordu. Makine mühendisliğinde gerekli olduğunu anladığı fizik konusunu, eksikliğini fark ettiği temel kuramı geliştirmek istiyordu. Yeni evrenkentine, Güz dönemi başlamadan üç ay önce gitti. Yazı, bilim kütüphanesinde geçirdi. Araştırma konusuna işte başlamıştı bile; kendi kendine.

 

Şunu da bu ara belirtelim: Ali sonradan fizikte çok başarılı oldu; halbuki lisansı ve “Mastır”ı fizikte değil, mühendislikteydi. Mühendislik, ilgili temel bilim dalına iyi bir temel oluşturuyor. Mühendisler sonuç almayı, gereken verileri bulmayı, veri yoksa gerçekçi tahminler yapmayı öğrenirler. Mertebeleri, büyüklükleri kestirebilir, kafadan yaklaşık hesaplar yapıp ne gibi sonuçlar çıkacağı hakkında önceden fikir sahibi olabilirler. “O yok, bu yok” diye mazeretlere sığınmak yerine eldeki veri ve imkânlarla bir iş başarmağa alışırlar. İşte bu alışkanlıklar, temel bilime geçenlerin araştırmalarında da etkisini gösterir. Nitekim, yirminci yüzyılın büyük fizikçileri, bilimcileri arasında mühendislik temeliyle başlamış olanların sayıları az değildir: E. Wigner, E. Teller, L. Onsager, Türklerden de Rahmetli Turan Onat gibi bazıları hep mühendislikle başlamışlardı.

 

Bizim Ali, yıllar sonra, yurdunda yeni bir evrenkentin kuruluşunda yer alırken, bu uygulamalı ile saf temel bilim ikilisini hatırladı ve “çift anadal” diye bir düzenleme önerdi: Yetenekli, meraklı, ve başarılı öğrenciler, “çift anadal” ile mezun olacaklardı. Kimya mühendisliği ve kimya, makine mühendisliği ve fizik gibi. Tabii bu öneride, üçüncü dünya ülkelerinin özel koşulları, o ülkeler için doğrudan daha da faydalı olabilecek bir eğitim düzeni de göz önünde bulundurulmuştu. [O yıllarda “üçüncü dünya” kavramı hâlâ canlı idi. Tek bir dünya küresel kıraliyeti kurma saldırganlıkları henüz açıkça başlamamıştı. Gerçi, ülkelerin kültürlerini, geleneklerini, dillerini, tarih bilinçlerini el altından yok ederek, küresel kıraliyetin alt yapısını hazırlama faaliyetleri için için yürüyordu, ama bu hainliklerin hangi âkıbete götüreceğini pek az kişi o zamanlar idrâk ediyordu.]

 


Dönelim biz gene Ali’nin doktoraya başlarkenki ilk günlerine, neler düşünüp hedefini nasıl belirlediğine:

 

Ali’nin önünde iri boy, sayfaları çıkmaz bir defter. Her gün çalışmağa başlarken tarih atıyor, sayfaları da numaralandırıyor. Baktığı kaynakları, okurken aklına gelenleri oraya yazıyor. Bazen kafası karışıyor; o zaman kendine bir soru yazıyor. Cevabını düşünüyor; tüm düşünceleri, fikirleri defterde. Tam bir ‘kafa defteri’. [Bin yıl önceki büyük Türk düşünürleri, mutasavvıf şairler, Yunus Emre’ler, daha önceki ve sonraki âlimlerimiz, çok eski bir Asya ve Türk geleneğine uyarak böyle defterler, günlükler, ‘cönkler’ tutarlardı. Bu geleneğin hem kişilerin kendi çalışmalarında, hem başkaları için ne kadar yararlı olduğunu anlatmaya söz yetmez.]

 

Ali, âdetâ defteriyle konuşuyor. Bir şeyi anlamadığı, kafası karıştığı zamanlar endişeleniyor, özgüveni sarsılır gibi oluyordu; ama sonra idrâk etti ki, her kafası karıştığında çözüm bulup işin mâhiyetini kavrıyor. Neredeyse bir formül çıkardı: ‘Kaydettiğin ilerleme, kaç kere kafanın karıştığı ile doğru orantılı’.

 

İlgi alanı olarak seçtiği fiziğin bir alt dalında karşısına eski, yeni yüzlerce yayın, atıf, dergi makalesi çıkıyor; durumu toparlayan özet-yazılar, kitap az. Bir öğrendiği, birçok yeni soruya yol açıyor; dipsiz kuyu. Daha başlangıçta bir yordam edindi: Dedi ki: “Bir yayını, kitabı, vb. okurken, önce şöyle bir göz gezdirip, ‘genel bir fikir edinmek için mi okuyacağım? Yoksa ayrıntılara inmem mi gerekecek?’ diye bir ön-karar vermeliyim.” Defterine kaynağı yazıp, yanına ‘ayrıntılı’, veya ‘üstünkörü’ diye not düşüyordu. Bir de, “‘zum merceği’ gibi olmalıyım” diye düşündü. “Bazen uzaktan ormana, bazen yakından önemli tek tek ağaçlara bakmalıyım”. Tek bir ağacın kabuğunu bile dikkatle incelemem olur ki gerekebilir. Ama, arasıra şöyle bir durup yukardan ormana bakmalıyım. Yoksa ayrıntılarda boğulup giderim; yolumu da şaşırırım”.

 

Karanlıkta kör dövüşü gibi araştırma yapmaktansa seçtiği bilim dalının haritasını çıkarmağa karar verdi. Bu alt dalın ana konuları, matematiksel, ve de deneysel ana yöntemleri nelerdir? Bildiklerini hatırladı, düşündü, defterine yazdı. Araştırmalar hangi yollarda ilerliyor? Hangi merkezlerde, kimler ne yapıyor? Daha zor soru: ‘Acaba niye yapıyor, ya da yaptırılıyor?’. Soruları devam etti; baktı ki, dalın birkaç, bazen birbirine rakip, ‘babası’ var. Fikir akımları (ekoller) oluşmuş. ‘Baba’nın biri çok sayıda doktoralı, veya doktora-üstü öğrenci, araştırmacı yetiştirmiş. Bir şey tutturmuşlar gidiyorlar; yüzlerce yayın. Bir de bu takımın etki alanına düşenler, veya yamananlar. Öbür tarafta başka takım. ‘Mafiyalaşan’ takımlar da var. Bunlar yeni genç bilimcilerin yeni fikirlerle ortaya çıkmalarından hiç hoşlanmıyorlar (aslında bu sonuncusunu anlaması yıllar sonra olacaktı; önceleri, tüm bilimciler sâde bilim için uğraşır zannediyordu; sâfiyâne. Tabii hepsi öyle değil; insanoğlu bu; gönlü de gelişeni var, gelişmeyip hayvanî alt mertebelerde kalanı da. Yaldızı, mevkii ne olursa olsun).

 

Ali ‘haritayı’ çıkarmağa devam etti: Hangi gelişmeler yenilerine yol açmış? Nasıl? İlintiler? Ama baktı ki, kısa tarihsel süreç içinde birileri bir akıma kapılmış, asfaltta dümdüz yürüyüp dururken, bazı püf noktalar, yepyeni çıkış yolları fark edilmemiş, bazı bazı göz ardı edilmiş. Onları buldu. Eylül gelip doktorasına resmen başladığında artık hazırdı. Önüne çıkan rasgele bir hocanın, rasgele işinin ucunun ucunu birkaç yıl geveleyerek araştırma yaptığını zan edenlerden olmayacaktı. Kolay olmadıysa da, konusu üzerinde çalışmasına müsamaha gösterecek, olgun, geniş bilgili bir danışman , bir doktora hocası buldu. Hoca, Ali’nin geliştirdiği konularda hatâ yapmamasına yardımcı oldu.

 

Yıllar sonra Ali de bir hoca oldu. Düzinelerce ve her milletten doktora öğrencileri yetiştirdi; araştırmaları dünyanın dört bir yanına yayıldı. Ama, gönlündeki bilim aşkı ile vatanına, milletine olan aşkı hiç eksilmedi. Bunun için her gün Allah’a şükrediyordu. O yıllar boyunca, ülkesinin iç ve dış düşmanları, toplumunu köklü bir millet yapan değerleri tahrip ediyor, milletin mayasını bozuyordu. Ali, bir yandan sık sık vatanına gidip gelerek, bu konularda da mücadele ediyor, gençlerin bilinçlenmesine katkıda bulunuyordu.

 

Ali, öğrencilerine, deneyimlerinden edindiklerini, yayınlarda bulamayacakları şeyleri de tavsiyeler demeti gibi aktarıyordu. Sonunda baktı ki, sevgili yurdundan dış ülkelere, doktora yapacaklar bahanesiyle iteklenmiş yüzlerce, binlerce genç var; onların karanlıkta el yordamı ile dolaşıp, hedefsizlikten hebâ olmalarına gönlü râzı olmadı. Oturup onlar için ‘göncüyle ve cönküyle konuşurken’ öğrendiklerini yazmağa başladı.

 

12.Mart 2003

|» “Oktay Sinanoğlu” Sayfasına Dön! « |

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)