Osmanlı Türkçesi Sözlüğü – (M Harfi)

Osmanlı Türkçesi ğü
(M Harfi)

 

MAA: Beraber, birlikte.
MAAD: 1. Dönüp gidilecek yer. 2. Ahiret. 3. Dönüş, geri gidiş. 4.'dan sonraki hayat. 5. Gaye, amaç, ulaşılacak yer.
MAA-HÂZA: Bununla beraber, bununla birlikte
MAAMÂFİH: Bununla beraber.
MAASÎ: Âsilikler, isyanlar, günahlar.
MAAZALLAH: Allah korusun, Allah saklasın.
MABA'D-TABİA: Fizikötesi, metafizik.
MA'BUD: Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
MÂCİN: Hileyi, hile yolunu öğreten.
MADDE: 1. Madde. 2. Maya, cevher. 3. Cisim.
MADDE-İ ÛLÂ: İlk cevher.
MADDİYET: Gözle görülür, elle tutulur şey.
MADDİYYAT: Gözle görülür, elle tutulur şeyler.
MADDİYYUN: Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
MA'DUM: Yok olan, mevcut olmayan.
MÂDÛN: Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
MAFEVK: Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
MA'FÜVV: 1. Suçu bağışlanmış, affolunmuş. 2. Muaf tutulan, istisna edilen.
MAĞFUR: Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
MAĞRİB: Batı, garb, batı tarafında olan yerler.
MAĞRİBÎ: Batılı, mağribli.
MAĞRİFET: Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
MAĞŞUŞ: Karışık, katışık, saf olmayan.SİKKE-İ MAĞŞUŞ: Karışık, hileli madenî para.
MAHALL: Yer.
MAHARET: Ustalık, beceriklilik.
MAHBUB: Sevilmiş, sevilen, sevgili.
MAHFÎ: Gizli, saklı.
MAHFUZ: 1. Saklanmış, korunmuş. 2. Ezberlenmiş.LEVHİ MAHFUZ: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.

MÂHİR: Maharetli, hünerli, becerikli.
MAHİYET: Bir şeyin aslı, esası, içyüzü, özü.
MAHKEME: Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
MAHKEME-İ KÜBRA: Âhirette Allah huzurunda kurulacak büyük mahkeme.
MAHKÛM: 1. Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan 2. Hüküm giymiş. 3. Katlanma, zorunda olma.
MAHLAS: 1. Kurtulacak yer. 2. Bir kimsenin takma adı, mahlası.
MAHLÛK: Yaratılmış, yaratık.
MAHMUD: 1. Hamd olunmuş, övülmüş, övülmeye layık. 2. Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için getirdiği filin adı.
MAHMUL: 1. Yüklenmiş. 2. Bir şeyin üzerine kurulmuş.
MAHREC: 1. Dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. Ağızdan harflerin çıktığı yer.
MAHREK: 1. Hareketli bir noktanın takip ettiği yol. 2. Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzolunan dairevî hat, yörünge.
MAHSUSÂT: Gözle görülür şeyler.
MA'HUD: 1. Ahdolunmuş, bilinen, sözleşilen. 2. Sözü geçen.

MAHV: 1. Yok etme, ortadan kaldırma. 2. Beşerî noksanlardan kurtulma hali.
MAHZUF: Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.
MAHZUR: Sakınılacak, korkulacak şey, engel, sakınca.
MÂİ': 1. Men eden, alıkoyan, engel olan. 2. Engel, özür.
MAİDE: 1. Yemek yenilen sofra, yemek, ziyafet. 2. Kur'ân-ı Kerim'in 5. sûresi.
MAİŞET: Yaşama, yaşayış, geçinme, geçinmek için lüzumlu şey.
MAİYYET: Beraberlik, arkadaşlık, bir büyük memurun emrinde bulunma.
MAKAM: 1. Durulan, durulacak yer. 2. Memuriyet, memurluk yeri.
MAKAM-I İBRAHİM: Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.
MAKAM-I MAHMUD: Peygamberimizin cennetteki makamı, şefaat makamı.
MAKARR: Durulan yer, karargâh,ocak, merkez, baş, payitaht.
MAKBUZ: 1. Alınmış, alındı belgesi. 2. Sıkılmış, daraltılmış.
MAKLÛB: Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.
MAKSUD: Kastolunan, istenilen şey, emel.
MAKSURE: Camilere etrafı parmaklıklı yüksekçe yer.
MAKTUL: Vurulmuş, öldürülmüş, katledilmiş.
MA'KUL: Akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı, mantıklı.
MAL: Varlık, para, kıymetli eşya.
MÂLİK: Sahip, bir şeyi olan, bir şeye sahip olan.
MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün sahibi, Allah.
MA'LUL: İlletli, hastalıklı, sakat.
MA'LÛM: Bilinen, belli.
MA'LUMAT: Bilinen şeyler, biliş, bilgi.
MAMÛRE: İnsan bulunan, bayındır, şenlikli yer, şehir, kasaba.
MÂNÂ: 1. Anlam. 2. İçyüz. 3. Akla yakın sebep. 4. Rüya, düş.
MÂNEVİYE: İyilik ve kötülük ilâhı diye iki ilâha inanmaktan ibaret batıl bir mezhep olup zerdüştlerden alınmıştır.
MANEVİYYAT: Maddî olmayan, manevî olan hususlar.
MANSUB: Nasbolunmuş, konmuş dikilmiş, nesne.
MANTIK: 1. Söz. 2. Mantık ilmi, vasıta ve delil arasında tutarlılık.
MANTIKU'T-TAYR: Kuş dili, Feridüddin Attar'ın meşhur eseri.
MANTUK: Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk, mefhum.
MARAZ: Hastalık, illet.
MA'RİFE: Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz, belirli.
MA'RİFET: 1. Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey. 2. Bilme, biliş, bilgelik.
MA'RİFETULLAH: Allah'ı tanıma, bilme.
MARUF: 1. Bilinen, tanınan, meşhur ünlü. 2. Şeriatin emrettiği, uygun gördüğü.
MASARİF: Sarfolunanlar, harcananlar.
MASDAR: 1. Bir şeyin çıktığı yer, temel, kaynak. 2. Fiil kökü.
MASHARA: Maskara, soytarı.
MÂSİVA: 1. Bir şeyden başka olanların hepsi. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler. 3. Allah'tan başka her şey.
MASİVALLAH: Allah'tan başka her şey.
MA'SİYET: İsyan, günah, âsilik.
MASLAHAT: 1. İş, emir, madde, keyfiyet, önemli iş. 2. Barış, dirlik-düzenlik.
MASLAHAT-I ÂMME: Kamu işler.
MASRİF: Sarfetme, harcama mahalli.
MASRUF: 1. Sarfedilmiş, harcanmış. 2. Çevrilmiş, döndürülmüş.
MA'ŞUK: Sevilen, sevilmiş.
MATBU': 1. Tabolunmuş, basılmış. 2. Hoş, latif, makbul.
MATBUAT: Matbaada basılmış şeyler.
MATLA': Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması, kaside veya gazelin ilk beyti.
MATLAB: 1. İstenilen şey, istek. 2. Bahis, mesele, kazıyye, önerme.
MATLUB: İstenilen, aranılan şey.
MA'TUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2. Birine isnat olunmuş, yöneltilmiş.
MÂUN: 1. Malın zekatı. 2. Kendisinden faydalanılacak şey, eve gerekli olan şeyler.
MÂVERÂ: Art, geri, bir şeyin ötesinde bulunan.
MÂYE: 1. Maya, asıl, esas. 2. Para, mal. 3. İktidar, güç, 4. Bilgi. 5. Dişi deve.
MÂYİ': Sıvı, akıcı.
MAZÎ: Geçen, geçmiş olan, geçmiş zaman.
MEAL: Anlam, kavram.
MEBADİ: Başlangıçlar, ilkeler.
MEBAHİS: Arama, araştırma yerleri, araştırma veya münakaşa konuları.
MEBANÎ: Yapılar, binalar, temeller.
MEBDE ve MEAD: Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.
MEBDE': 1. Başlangıç. 2. Kaynak, kök. 3. Bilgilerin ilk kısımları. 4. İlke. 5. Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.
MEBDE-İ KÜBRA: Büyük başlangıç.
MEBDE-İ ÜMİD: Ümidin kaynağı.
MEBİ': Satılmış şey, satılan mal.
MEBNA: Yapı, bina, yapı yeri, bina yeri.
MEBNÎ: 1. Yapılmış kurulmuş. 2. Bir şeye dayanan. 3. …den dolayı.
MEB'US: 1. Gönderilmiş, 2. Peygamber olarak gönderilmiş kimse. 3. Öldükten sonra diriltilmiş kimse. 4. Halk tarafından seçilerek parlementoda yer alan kimse, millet vekili.
MECAZ: 1. Yol, geçecek yer. 2. Gerçeğin zıddı. 3. Kendi öz mânâsıyla kullanılmayıp benzetme yolu ile başka mânâda kullanılan söz.
MECAZ-I AKLÎ: Akla uygun olan mecaz, akılla bilinen mecaz, bir şeyi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe isnad etmek.
MECAZ-I LÜGAVÎ: Mecaz-ı müsrseldir.
MECAZ-I MÜRSEL: Benzetme dışında başka bir ilişki sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: “O köye sor” demek, “o köyden birine sor” demektir.
MECRUR: çekilmiş, sürüklenmiş, sonu kesre olan isim.
MEC'ÛL: Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık, uydurma.
ME'CUR: 1. Ecir veya sevabı verilmiş olan. 2. Kiraya verilen.
MECUSİ: Ateşe tapanlara verilen ad.
MECZUM: Kesin karar verilmiş. Sonu cezimli olan kelime.
MEDAİN: Şehirler.
MEDAR: 1. Bir şeyin döneceği yer, etrafında hareket edilen nokta. 2. Yörünge, gezegenin güneş etrafında dönerken çizdiği daire.
MEDAYİN: Şehirler.
MEDD: 1. Uzatma, çekme. 2. Yayma, döşeme.
MEDENÎ: 1. Şehirli. 2. Medine'li. 3. Terbiyeli, kibar, nazik, 4. Medine'de nazil olan sûre veya âyet.
MEDHAL: 1. Girecek yer, kapı, giriş. 2. Başlangıç.
MEDİNE: 1. Şehir. 2. Eski adı Yesrib olan ve Peygamberimizin türbesi bulunan Hicaz şehirlerinden.
MEDLUL: 1. Delil getirilmiş şey. 2. Delalet olunan, gösterilen. 3. Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
MEDYUN: Borçlu, verecekli.
MEFAZE: Çöl, sahra.
MEFHUM: 1. Anlaşılmış. 2. Sözden çıkarılan mânâ, kavram.
MEFHUM-İ MUHALİF: Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.
MEFKUD: 1. Yok olmayan, bilinmeyen. 2. Ölü veya diri olduğu bilinmeyen kayıp kimse.
MEFKURECİ: Ülkücü, idealist.
MEFTUH: 1. Fethedilmiş, açılmış, açık. 2. Zaptedilmiş, ele geçirilmiş. Sonu üstün ile harekeli isim.
MEFTÛN: 1. Sihirlenmiş, fitneye düşmüş. 2. Gönül vermiş, tutkun, vurgun. 3. Hayran olmuş, şaşmış.
MEF'UL: 1. İşlenmiş, yapılmış, kılınmış. 2. Tümleç.
MEHABET: Azamet, ululuk, korkunçluk.
MEHÂFETULLAH: Allah korkusu.
ME'HAZ: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, kaynak.
ME'HUZ: 1. Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş. 2. Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
MEKÂN: 1. Yer, mahal. 2. Ev, oturma yeri, konut.
MEKÂRİM: Cömertlikler, elaçıklıklar, iyilikler.
MEKÂRİM-İ AHLÂK: İyi huy, güzel ahlâk. Peygamberimizin ahlâ-kı.
MEKKÎ: Mekke ile ilgili, Mekkeli, Mekke'de nazil olmuş âyetler veya sûreler.
MEKR: 1. Hile, oyun, düzen. 2. Hile ile aldatma, maksadından vazgeçirme.
MEKRUH: 1. İğrenç, tiksinti veren. 2. Haram olmayan ve zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.
MELÂİKE: Melekler.
MELÂİKE-İ MUKARREBÎN: Allah'a yakın olan melekler.
MELCE': Sığınacak yer, sığınak.
MELE': 1. Doldurma, dolma, doluluk. 2. Kalabalık, topluluk.
MELE'-İ A'LÂ: Büyük meleklerin toplandığı yer.
MELE'-İ FİRAVN: Firavun'un cemaati.
MELEKE: Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
MELEKÛT: 1. Hükümdarlık, azamet. 2. Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
MELHÛZ: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen.
MELİK: 1. Padişah, hükümdar. 2. Allah'ın adlarından.
MEMAT: Ölüm.
MEMLÛK: 1. Birinin malı olan. 2. Kul, köle.
ME'MUR: Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse, emrolunan.
MENÂKIB: Menkıbeler, övünülecek vasıflar.
MENÂM: 1. Uyunacak yer, yatak odası. 2. Uyku, düş, rüya.
MENÂR: 1. Nur, ışık yeri. 2. Yol işaretleri. 3. Fener kulesi.
MENÂSİK: İbadet yerleri, görevleri.
MENÂSİK-İ HACC: Hac ibadeti için ziyaret edilecek yerler, görevler.
MENAT: Cahiliye devrinde Kâbe'de bulunan bir putun adı.
MENDUB: 1. İyilikleri sayılarak arkasından ağlanan ölü. 2. Şeriatçe yapılıp yapılmamasında bir sakınca olmayan ama uygun görülen işler.
MENEND: Eş, benzer.
MENFİ: 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2. Bir şeyin tersini ileri süren. 3. Olumsuz.
MENHİ: Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.MENHİYYAT: Şeriatin yasak ettiği şeyler.
MENKÛL: 1. Nakledilmiş, taşınmış. 2. Ağızdan ağıza geçmiş söz.
MENSUH: Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten kaldırılmış.
MENŞE': 1. Bir şeyin çıktığı yer, esas, kök. 2. Yetişilen yer, bitirilen mektep.
MENZİL: 1. Yollardaki konak yeri. 2. Ev. 3. Bir günlük yol, konak. 4. Mesafe.
MERCİ: 1. Dönülecek yer. 2. Müracaat olunacak, baş vurulacak yer kimse.
MERCUH: 1. Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey. 2. Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.
MERFU': 1. Kaldırılmış, yükseltilmiş. 2. Sonu ötre ile okunan kelime. 3. Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e isnad olunan hadistir.
MER'Î: 1. Riayet edilen, saygı gösterilen. 2. Yürürlükte olan, gözle görülen.
MERTEBE: 1. Derece, basamak. 2. Pâye, rütbe. 3. Miktar.
MERVÎ: Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.
MESABE: Derece, rütbe, kadar.
MESAFİH: 1. Sahife haline getirilmiş şeyler, . 2. Mushaflar, Kur'ânlar.
MESAĞ: İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
MESAİ: Çalışmalar.
MESALİH: Maslahatlar, işler.
MESBÛK: 1. Geçmiş, arkada kalmış. 2. Önde bulunan, ondan evvel geçmiş. 3. Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
MESEL: 1. Örnek, benzer, nümune. 2. Dokunaklı ve mânâlı söz. 3. Yararlı hikâye. 4. Delil, hüccet.
MESELE: 1. Sorulup karşılığı istenen problem. 2. Önemli iş.
MESH: 1. Silme, sığama. 2. Bir şeyi el ile sığama. 3. Abdest alırken ıslak eti başın dörtte birine sürme, mest üzerine sürme.
MESH: Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
MESKEN: Oturulacak yer, oturulan ev.
MESNEVÎ: 1. Her beyti kendi arasında kafiyeli ve baştan sona aynı vezinle yazılmış manzume. 2. Mevlânâ'nın ünlü eseri.
MESNÛN: 1. Bilenmiş. 2. Sünnete uygun olan. 3. Yıllanmış şey.
MESRUR: Memnun, sevinçli, meramına ermiş.
ME'SÛR: Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.
MEŞÂİR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken önemli yerler. 2. Hasseler, duygular.
MEŞAKKAT: Zahmet, güçlük, zorluk, sıkıntı.
MEŞ'AR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken yerlerden her biri. 2. Duygu, hasse.
MEŞ'AR-İ HARAM: Müzdelife'de şimdi üzerinde mescit bulunan yer.
MEŞAYİH: Şeyhler, ihtiyarlar.
MEŞHED: 1. Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer. 2. İran'da bir şehrin adı. 3. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.
MEŞHUR: Şöhret kazanmış, tanınmış.
MEŞİYYET: 1. İrade, arzu, istek. 2. Yürüyüş, yürütme.
MEŞREB: 1. Mizaç, huy, ahlâk. 2. İçecek yer.
MEŞRIK: Doğu, güneşin doğduğu taraf.
MEŞRU: Şer'an caiz olan, şeriate ve kanuna uygun olan.
META: 1. Satılacak mal, eşya. 2. Sermaye.
METALİ: 1. Doğacak yerler. 2. Güneş ay ve yıldızların doğdukları yerler.
METBÛ: 1. Kendisine tabi olunan, uyulan. 2. Hükümdar.
METİN: Sağlam, dayanıklı.
METRUK: Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.
MEVÂŞİ: Davar ve mal gibi hayvanlar (koyun, keçi, öküz, inek…)
MEVEDDET: Sevme, sevgi, dostluk.
MEVHİBE: Bahşiş, ihsan, bağış.
MEV'İZA: Öğüt, nasihat, vaaz.
MEVKİ: Yer.
MEVLÂ: 1. Efendi, sahip. 2. Allah. 3. Kul, köle, azat eden. 4. Velî, veliyeti olan. 5. Şanlı, şerefli. 6. Yardımcı. 7. Mürebbi, terbiye eden.
MEVRİD-İ NASS: Hakkında kesin delil olan husus.
MEVSUF: Vasfolunmuş, vasıflanan, belirtilen.
MEVT: Ölüm.
MEVTÂ: Ölüler, ölmüşler.
MEVZİ: Yer.
MEVZU: 1. Konulmuş. 2. Konu. 3. Doğru olmayan, uydurma.
MEYL: 1. Eğilme, eğiklik, akıntı. 2.Sevme, tutulma, gönül akışı.
MEYTE: Hayvan leşi, kendi kendine ölen hayvan.
MEYYİT: Ölmüş, ölü.
MEZAHİB: Mezhepler, tutulan yollar.
MEZAHİB-İ ERBAA: Dört mezhep: Hanefî, Şafiî Malikî, Hanbelî.
MEZC: Katma, karıştırma.
MEZHEB: 1. Gidilen, tutulan yol. 2. Mezhep.
MEZHEB-İ HANEFÎ: Hanefî mezhebi.
MEZİYY: Mezi, idrardan önce gelen beyazımsı sıvı.
MEZMUM: Yerilmiş, beğenilmemiş ayıplanmış.
MEZNİYYE: Zorla cinsî ilişkide bulunulan kadın.
MEZRAA: Ziraat olunacak, ekilecek tarla, yer, çiftlik.
ME'ZUN: İzinli, izin almış, bir işi yapmaya izin alan.
MISRÎ: Mısırlı, Mısır ülkesiyle ilgili.
MÎKAT: 1. Bir iş için belirtilen zaman veya yer. 2. Mekke yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
MİLEL: 1. Milletler, uluslar. 2. Bir dinde veya mezhebde olan topluluklar.
MİLK: Birinin tasarrufunda bulunan şey veya yer.
MİLK-İ YEMİN: Köle, cariye.
MİNVAL: Tarz, yol, suret, şekil, usül.
MÎRAC: 1. Merdiven. 2. Göğe çıkma.
MÎRAC-I NEBÎ: Peygamberimizin mirac mucizesi.
MİR'AT: 1. Ayna. 2. Bir cins lale.
MİSAK: Sözleşme, anlaşma.
MİSAL: 1. Örnek, benzer. 2. Masal. 3. Rüya, düş.
MİSKAL: Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
MİSKİN: 1. Aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz. 2. Cüzzamlı. 3. Mal ve mülkü olmayan, kendini idareden âciz, yoksul.
MİSL: 1. Benzer. 2. Misilleme. 3. Miktar. 4. Kat.
MİYAR: Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.
MÎZAN: 1. Terazi, ölçü âleti, tartı, ölçü. 2. Mahşerde amellerin tartılmasını yapacak olan şey.
MUADİL: Eşit, denk, eşdeğer.
MUÂHEDE: Karşılıklı and içme, antlaşma.
MUAHEZE: Azarlama, paylama, çıkışma, tenkit.
MUAHİD: 1. Antlaşma yapanlardan her biri. 2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka dinden kimse.
MUALLAKAT: İslâm'dan önce Arap şairlerinin Kâbe duvarına asılan meşhur kasideleri.
MUALLİM: Öğreten, talim eden, öğretmen.
MUAMELAT: 1. İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları. 2. Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
MUAMELE: 1. Davranma, davranış. 2. Yol, iz. 3. Dairede yapılan kayıt vesaire. 4. Alışveriş, sarraflık, para işleri.
MUAMMA: Bilmece, anlaşılmaz ve karışık iş.
MUATTAL: 1. Kullanılmış, bırakılmış. 2. Boş, işsiz.
MUAYYEN: Belli, belirli, tayin edilmiş, kararlaştırılmış.
MUAZZEB: Azapta bulunan, çok sıkıntı gören, eziyet çeken.
MUCİD: İcat eden, yeni bir şey meydana getiren, fikir ve mânâ yaratan.
MUCİZE: Allah'ın izniyle peygamberler tarafından gösterilen ola-ğanüstü şey.
MUDAREBE: 1. Dövüşme, vuruşma. 2. Sermaye ve emek konarak kurulan şirket.
MUFASSAL: Tafsilatla, uzun uzun anlatılan, ayrıntılı.
MUGALATA: Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme, demogoji.
MUGAYYEBAT: Gizli, görünmez şeyler.
MUHABBET: Sevgi, .
MUHABBETULLAH: Allah sevgisi.
MUHACİRİN: Hicret edenler.
MUHACİRİN-İ EVVELÎN: Mekke'den ilk hicret eden müslümanlar.
MUHAFIZ: Muhafaza eden, saklayan, koruyan, bekçi.
MUHAKKIKÎN: Hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar, araştırıcılar.
MUHAL: Mümkün olmayan, olamaz, imkansız, olanaksız.
MUHARREMAT: Haram ve yasak olan şeyler.
MUHARRER: Yazılmış, yazılı.
MUHAVVEL: 1. Değiştirilmiş. 2. Havale edilmiş, gönderilmiş, ısmarlanmış.
MUHAYYER: Seçilmesi serbest olan seçmece, beğenmece.
MUHBİR: 1. Haber veren, haberci. 2. Bir gazete için haber taşıyıp ulaştıran.
MUHİT: 1. İhata eden, kuşatan. 2. Çevre. 3. Okyanus. 4. Allah'ın isimlerinden.
MUHKEM ÂYET: Tevil ve tefsir gerektirmeyen mânâsı ve lafzı açık âyet.
MUHKEM: Sağlam, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
MUHKEMAT: İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler.
MUHLİS: Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.
MUHSANE: Namuslu kadın.
MUHTAR: 1. Seçilmiş, seçkin. 2. Hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan. 3. Peygamberimizin isimlerinden.
MUHTEMEL: Umulur, olabilir, olası.
MUKADDER: 1. Kıymeti biçilmiş, kadri, değeri bilinmiş. 2. Alın yazısı.
MUKADDİME: Başlangıç, başlama, giriş.
MUKARENET: Bitişiklik, yaklaşma, kavuşma, uygunluk, cinsel yaklaşma.
MUKATELE: Birbirini öldürme, vuruşma, savaş.
MUKATTAA: Kesilmiş, kesik, ayrı.
MUKAVELE: Sözleşme, yazılı sözleşme.
MUKAYESE: Kıyas etme, karşılaştırma.
MUKAYYED: 1. Kayıtlı, bağlı, bağlanmış. 2. Bir işe önem veren. 3. Kaybolmuş, deftere geçmiş.
MUKTEZA: 1. İktiza etmiş, lâzım gelmiş. 2. Kanun gereğince yazılmış yazı, derkenar.
MULLAKAT-I SEB'A: İslâm'dan önce Kâbe duvarına asılmış olan yedi kaside.
MURAKIB: 1. Murakabe eden, koruyan. 2. Allah'a bağlanmış.
MUSALAHA: Barışma, uzlaşma, barış, güvenlik.
MUSALLA: Namaz kılmaya mahsus açık yer. Cami veya mezarlık civarında cenaze namazı kılınan yer.
MUSHAF: 1. Sahife halinde yazılmış kitap. 2. Kur'ân.
MUSİBET: Felâket, ansızın gelen belâ, uğursuz.
MUT'A: 1. Geçici kazanç. 2. Şiilere mahsus süresi belirlenmiş nikah.
MUTABIK: Birbirine uyan, uygun.
MU'TAD: Âdet olunmuş, alışılmış.
MU'TEZİLE: Aklı ön plâna alan ve “kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır” diyerek, ehl-i sünnetten ayrılan fırka. Bunlara kaderiyeciler de denir, önderleri Vâsıl b. Ata'dır.
MUTMAİN: Gönlü kanmış, içi rahat, emin.
MUTTALİ': Öğrenmiş, haber almış, bilgili.
MUTTARİD: Bir düzeye giden, sıralı, düzgün, muntazam.
MUTTASIF: Vasıflanan, kendisinde bir hal, bir sıfat, bir vasıf bulunan.
MUTTASIL: Bitişik, istisna-i muttasıl, aynı cinsten alanlar arasında yapılan istisnadır. Ayrı cinsten olursa “munkatı” denilir.
MUVAHHİD: Allah'ın birliğine inanan.
MUVALAT: Dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım.
MUZAF: Katılmış, bağlanmış, bağlı.
MUZAFÜN İLEYH: Muzafın bağlı bulunduğu isim.
MUZARİ: Şimdiki zaman veya geniş zaman kipi.
MUZMER: Gizli, örtülü, saklı, dışarıya vurulmamış, içte gizli.
MÜBADELE: Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş, trampa, takas.
MÜBAHELE: Birine beddua etme, ilenme, birinden nefret etme.
MÜBAH-MUBAH: Yapılıp yapılmamasında şer'an bir sakınca olmayan.
MÜBALAĞA: Bir şeyi çok büyütme, abartma, küçük bir şeyi büyük gösterme.
MÜBAREZE: Cenk, kavga, uğraşma.
MÜBİN: 1. Hayrı şerri, kötüyü iyiyi ayıran. 2. Açık, besbelli.DİN-İ MÜBİN: İslâm dini.
MÜBTEDÂ: İsim cümlesinde özne.
MÜBTEDİ: Bir işe yeni başlayan, çaylak, acemi.
MÜCAMEAT: 1. Karşılıklı iyi ilişkiler kurmak. 2. Cinsî münasebette bulunmak.
MÜCAZAT: 1. Karşılık. 2. Bir suça verilen ceza.
MÜCERRED: 1. Tecrit edilmiş, soyulmuş.. 2. Soyut.
MÜCMEL: Kısa ve az sözle anlatılmış, öz. Kapalı ifade. (Çoğulu) Mücmelat.
MÜDDET: Zaman, vakit, bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman.
MÜDÎR: İdare eden, çeviren, idareden anlayan, direktör.
MÜECCEL: Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
MÜEKKED: 1. Sağlamlaştırılmış. 2. Tekrar edilmiş, pekiştirilmiş.
MÜELLEFE-İ KULÜB: Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.
MÜELLİF: 1. Telif eden, kitap yazan. 2. İmtizaç ettiren, kaynaştıran.
MÜENNES: 1. Dişi, 2. Hakiki itibarıyla ve söyleniş itibarıyla dişi olan kelime.
MÜESSİR: 1. Tesir eden, etki, iz bırakan. 2. İşleyen, hükmünü yürüten. 3. Çok hissedilen, içe işleyen. 4. Dokunan, dokunaklı. 5. Eser sahibi. Allah Teâlâ.
MÜFESSER: Tefsir edilmiş, açıklanmış.
MÜFRED: Tek, yalnız, basit, tekil.
MÜFREDAT: 1. Basit şeyler. 2. Toptan bilinen şeylerin ayrıntıları.
MÜFREZE: Ayrılmış, ordudan ayrılmış birkaç müfreze.
MÜFSİD: 1. İfsat eden, bozan. 2. Fesatlık eden, ara açan.
MÜKALEME: Konuşma, müzakere, muhavere.
MÜKÂTEBE: Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle ile yapılan azatlık sözleşmesi.
MÜKEVVENAT: Yaratıkların hepsi, kâinat mevcûdat.
MÜKREH: Zorlanan kimse.
MÜLAANE: Karşılıklı beddua etme, ilenme, lânet etme.
MÜLÂBESE: 1. Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek birbirine karıştırılması. 2. Münasebet, yakınlık.
MÜLAHAZA: 1. Dikkatle bakma, 2. İyice düşünme, düşünce.
MÜMARESE: Alışma, alışıklık, yatkınlık, meleke.
MÜMEYYİZ: 1. Seçen, ayıran. 2. Dairedeki yazıları temize çeken kâtip. 3. İmtihanda ayırtman.
MÜMTAZ: İmtiyazlı, seçkin, üstün tutulmuş.
MÜNÂCAT: 1. Dua etme, yalvarma. 2. Divan edebiyatında Allah'a dua için yazılan manzume çeşidi.
MÜNADİ: Nida eden, müezzin, tellal.
MÜNAFIK: 1. Nifak sokan, iki yüzlü. 2. Kâfir olduğu halde kendisini müslüman gösteren.
MÜNECCİM: Yıldız falına bakan, astroloji ile uğraşan.
MÜNEZZEH: Tenzih edilmiş, temiz, arı, noksanlıklardan uzak.
MÜNFERİD: Yalnız olan, tek, ayrı, kendi başına.
MÜNHASIRAN: Hususi olarak, sadece, yalnız olarak, özellikle.
MÜNKATİ': Kesilen, kesik arkası gelmeyen, son bulan, süreksiz.
MÜNKERÂT: Şeriatçe yapılması yasaklanmış şeyler.
MÜNKİR: 1. İnkâr eden, kabul etmeyen. 2. Mezarda sual soracak iki melekten biri. Münkir-Nekir.
MÜRAÎ: İki yüzlü kimse.
MÜREBBİ: 1. Terbiye eden, Pedegog, çocuk terbiye eden. 2. Besleyen.
MÜREKKEB: İki veya daha çok şeyin karışmasından meydana gelen, bileşik.
MÜRSEL HADİS: Tabiînin, sahabeyi atlayarak rivayet ettiği hadis, yani sahabeden değil tabiînden gelen hadis.
MÜRTEDD: İslâm dininden dönen kimse.
MÜSAMAHA: Hoş görü, tolerans, görmemezlikten gelme, göz yumma.
MÜSAVAT: Eşitlik, aynı halde ve derecede olma.
MÜSAVÎ: Eşit, denk, aynı halde ve derecede bulunan.
MÜSBET: 1. Tesbit edilmiş, adil gösterilmiş. 2. Olumlu, pozitif.
MÜSEBBİB: 1. Sebep olan. 2. İcab eden.
MÜSELLEM: 1. Teslim edilmiş, verilmiş. 2. Doğruluğu herkesçe kabul edilmiş.
MÜSEMMA: 1. Bir ismi olan, adlandırılmış, adlı. 2. Muayyen, belirli zaman.
MÜSKİR: Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
MÜSKİRÂT: Sarhoşluk veren şeyler.
MÜSNED: İsnad edilmiş, senede bağlanmış. “Müsned Hadis” senedi kesintisiz olarak Hz. Peygamber'e ulaşan hadistir.
MÜSTAĞNÎ: 1. Doygun, yönlü, tek. 2. Çekingen, nazlı davranan. 3. Gerekli bulmayan.
MÜSTAĞRAK: Batmış, dolmuş.
MÜSTAHSİL: Yetiştiren, yetiştirici, üretici.
MÜSTAMEL: Kullanılmış, eski, köhne.
MÜSTEAR: Takma ad, iğreti olarak duruş.
MÜSTECAB: Dileği, duası kabul olunmuş.
MÜSTEHABB: 1. Sevilen, beğenilen. 2. Farz ve vacip olmayıp da yapılması sevap olan iş, hareket.
MÜSTEHAK: Hak edilmiş, yiyip içilerek bitirilmiş, bitirilen, tüketilen.
MÜSTETİR: Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.
MÜŞAKELE: Benzeme, uygunluk, şekilce bir olma.
MÜŞÂREKET: Ortaklık, ortak olma.
MÜŞAVERE: Danışma, bir iş üzerinde konuşma.
MÜŞEBBEH: Benzeyen.
MÜŞEBBEHÜN BÎN: Kendisine benzetilen.
MÜŞKİL: Anlamı kapalı olan ve ancak bir ipucu sayesinde anlaşılabilen âyet.
MÜŞKİLÂT: Güçlükler, zorluklar.
MÜŞRİF: 1. Yükselen, çıkan. 2. Ölüme pek yakın bulunan. 3. Etrafa bakan, etrafı gören. 4. Vakıf malı koruyan kimse.
MÜŞRİK: Allah'a şirk koşan.
MÜŞTAKK: Başka bir kelimeden çıkmış, türemiş.
MÜŞTEREK LAFIZ: Sözlük anlamıyla birden fazla anlama gelen kelime. Meselâ: “Yüz” gibi.
MÜTAREKE: İki tarafın geçici bir zaman için savaşı durdurması, ateşkes.
MÜTEADDİ: 1. Zulmeden, saldıran. 2. Geçişli fiil.
MÜTEADDİD: Bir çok, çoğalan, türlü türlü, tekrar.
MÜTEAHHİRÎN: Sonradan gelenler, yetişenler, son devir âlimleri.
MÜTEALLAK: Bağlanılan yer, taalluk edilen yer, harfi cerin dayandığı, bağlandığı kelime.
MÜTEALLİK: 1. Asılı, bağlı. 2. Taalluk eden, ilgili, ilişiği olan.
MÜTEAZZİR: 1. Özürlü, özürü bulunan. 2. Mümkün olmayan, güç, zor.
MÜTEDEYYİN: Dindar, dinine bağlı.
MÜTEHASSIS: İhtisas sahibi, uzman.
MÜTEHASSİS: Çok hislenen, duygulanan.
MÜTEKELLİM: Kelamcılar.
MÜTENASİB: Münasib, birbirine uygun, benzer, denk.
MÜTENEVVİ: Çeşitlenen, türlü türlü olan, muhtelif olan.
MÜTESELSİL: Zincirleme, birbirini izleyen, zincir gibi birbirine bağlı olan.
MÜTEŞABİH: 1. Birbirine benzeyen. 2. Kur'ân-ı Kerim'de mânâ ve lafız bakımından tevile elverişli olan âyetler. Muhkem olmayan âyet.
MÜTEŞABİHAT: 1. Birbirine benzeyenler. 2. Lafız ve mânâ bakımından tevile elverişli âyetler.
MÜTEVATİR: Yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan cemaatler tarafından rivayet olunan haber.
MÜTEVECCİH: 1. Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan. 2. Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
MÜTEYAKKIZ: Uyanık bulunan,tetikte gözü açık olan.
MÜTTAKİ: Günahtan sakınan, çekinen, takva sahibi.
MÜVEKKİL: Vekil eden, vekil tayin eden.
MÜVERRİH: 1. Tarihçi, tarih yazan. 2. Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.
MÜZDELİFE: Arafat ile Mina arasında bulunan yer.
MÜZEKKER: 1. Erkek, er. 2. Eril, müzekker kelime.

|» “Osmanlı T. Sözlüğü” Sayfasına Dön! « |

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)