Robinson Crouse (Daniel Defoe)

Robinson Crouse

 (Daniel Defoe)

Kitabın Adı :  Robinson CROUSE
Kitabın Yazarı :  Daniel DEFOE
Kitabın Basımevi :  Bilgi Yayınevi
Kitabın Basım yılı :  1994
Çeviren :  Ayla ŞENTÜRK

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Lodra'da doğdu. Gerçekciliği benimseyen ilk İngiliz yazardır. Yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası ailenin geçimini kasaplık yaparak sağlamakta idi. Yazar geçimin sağlamak için çeşitli işlere girip çıkmıştır. Avrupanın çeşitli ülkelerini dolaşarak armotörlük ve politik alanda önemli rol oynamıştır. Yazmaya 22 yaşında din adamları aleyhine bir broşür yayınlamakla başladı. 1685 ‘deMouncount Dükünün emri altındaki ihtilalcilere katıldı ve cezalandırılmaktan zor kurtuldu. 1701 yılında hiciv şiiri “Gerçek İngiliz'i” yayınladı. Hükümet aleyhine yazdığı yazılar yüzünden hapse girdi.hapisten Çıktıktan sonra Peview adında bir dergi çıkardı.En önemli eseri Robinson Crusoe'yi yazdığı zaman 60 yaşına gelmişti. 1731 yılında Londra'da öldü.

ESERİN ÖZETİ

Robinson Crusoe orta halli bir İngiliz ailenin çocuğu idi . Babası Robinsonun iyi bir iş tutup sakin bir hayat sürmesini arzuladığı halde,Robinson denizlere açılıp maceracı bir hayat sürmeye öylsine can atıyorduki, en sonunda evinde daha fazla kaşlamayacağını anladı.Büyüklerin haberi olmadan ilk yolculuğa çıktı.Gemi mütiş bir fırtınaya tutulmuştu.Robinson'u öyle bir deniz tutmuştuki karaya sağsalim kavuşamamaktan korkuyordu.Karaya bir çıksam bir daha denizlerin adını anmıyacağım diye düşünüyordu.

Karaya sağsalim çıktıktan sonra arzuları yeniden depreşti.tüccarlığa başlıyarak Avurpaya mal götüren bir gemiye girdi.Bindiği gemiyi birFas korsan esir aldı.Fas kıyılarında bir limana esir olarak götürüldü.Orada hayatı öyle zor şartlar altında geçiyorduki ilk fırsatta küçük bir sanadala atlatıp kaçtı.Bir Portekiz yük gemisi onu buldu ve Birezilya'ya bıraktı.

Bir İngiliz çifti ona Afrikaya gidip köle getirmesini önerince Robinson'un denizlere açılma arzusu yeniden uyandı,geçirdiklerini unutarak yeniden yola çıktı.Bu yolculuk Robinson'unun hayatında bir dönüm noktası oldu ve büyük serüven böyle başladı. Gemi Güney Amerika Sahillerinden biraz uzakta bir adanın yakınlarında bir kaya çarpıp parçalandı.Yolcu ve mürettabattan yalnız Robinson kurtuldu.Dalgalar onu kıyıya sürükledi.Adada hiç kimse yoktu.Vahşi hayvanların bulunduğunu gösteren birbelirtide göze çarpmıyordu.Robinson batmış gemiden çeşitli araçlar ve yiyecek alarak adaya sandalla taşıdı. Önce küçük bir tepenin eteğine yelken bezinden bir çadır kurdu.Herşeyden önce barutunu dikkatle saklıyordu.Robinson'un ikinci düşüncesi yiyecek stokuydu.İlk günlerde elinden geldiği kadar az yiyecek tüketiyordu.Yüz Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Çok geçmeden Robinson gemide mürekkep ve kağıt buldu ve günüügnüne son hatıralarını yazmaya başladı.Barınağını uzun müddet oturacak hale soktu.Çadırın arka tarafında bir mağara buldu ve ilkel araçlarla mağarayı genişletti.Mağaraya sandalye,raf ve masa yaptı.
Robinson'un bundan sonra adada geçen son yirmidört yılıda ilk günlerden farklı geçmedi.Robinson adanın her tarafını gezdi ve adanın diğer yanına bir yazlık ev yaptı.Mısır,arpa ve pirinç yetiştire biliyordu.Her yıl yeni tohumları dikkatle saklıyordu,en sonunda küçük bir tarla ekecek kadar tohumu oldu.Yaban keçileri yakalayıp onları ehlileştirdi.Papağan yakaladı,onlarla oyalandı.Yeni eşyalar yaptı,mağarayı genişleterek,dışarıdan tehlikelere karşı muhafazalı hale getidi.
Robinson'un adadaki yirmidördüncü yılının ortasında bir olay,sürdüğü hayatın şeklini değiştirdi.Bir buçuk yıl kadar önce adaya vahşilerin geldiğini görmüştü.Bunlar hehalde başka adadan sanadalla gelmişlerdi.Bunlar başka bir kabile ile savaşa başlamışlardı.Robinson bir sabah insan kemikleri ve parçalanmış insan eti bularak korkuya kapılmıştı.Vahşilerin geri dönüp kendisini bulmasından çekiniyordu.Ensonuda vahşillerin bir kısmı adaya döndü,kendilerine ziyafet hazırlığı yaparken Robinson üzerlerine ateş açrak onları korkuttu.Vahşilerin yanındaki esirlerden birini alı koymayı başardı.Artık adada yalnız değildi.Adama onu yakaladığı günün adını verdi.Cuma diye çağırmaya başladı.Cuma onun sadık bir kölesi oldu.

Bir zaman sonra Robinson,Cuma'ya İngilizce öğretmeyi başardı.Cuma,ona geldiği adada onyedi beyaz adamın esir olarak tutulduğunu anlattı.Robinson onları kurtararak birlikte uygar dünyaya dönmenin çarelerini araştırmak istiyordu.Robinsonla Cuma büyük bir kayık yaptı ve öbür adaya gitmek üzere hazırlandılar.Bu sırada adaya yeni bir vahşi topluluğu geldi ve yanlarındada bir miktar daha esir getirmişlerdi.Esirlerden birisi beyaz adamdı.Esirlerin arasında Cuma'nın babasıda vardı.Bu iki esiri kurtarmayı başardılar.Robinson onyedi beyaz esirden biri olan İspanyola elinden geldiği kadar iyiy baktı.Cuma'nın adasını bir düşman kabile istila etmişti ve oradaki beyaz esirlerin hayatı tehlikedeydi.

Robinson İspanyolu ve Cuma'nın babasını öbür esirleri kurtarmaay gönderdi.Onların dönüşünü beklerken bir İngiliz gemisinin adaya demir attığını gördü.Çok geçmeden kaptanla iki adamının gemide isyan çıkartan mürettebat tarafından atıldıklarını öğrendi.Robinson,Cuma ve üç denizci gemiyi almatı başardılar.Cuma'nın babası gelmeden adadan ayrılmak istemiyordu.Günün birinde gelip onların ne durumda olduklarını öğrenmeyi tasarladı.İsyancı tayfalardan beşi İngiltere'ye gidip asılmakatansa adada kalmatı uygun buldular.Robinsonla Cuma İngiltere'ye dönmüşlerdi.Otuzbeş yıl süren ayrılıktan sonra1687 Haziranın'da ana vatanına geldiği zaman hiç kimsenin tanımadığı bir yabancıydı.Ama Robinson'un maceraları bukadarlada bitmiyordu.Eski evini bulunduğu yere gelince,annesiyle babasının ve yakınlarının çoğu ölmüşlerdi.Yalnız iki kız kardeşiyle bir erkek kardeşinin sağ kaladıklarını öğrenmişti.Artık onu İngiltere'de tutan hiçbirşey kalmadığını gören Robinson Lizbon'a gitti.Akadaşları mallarını saklamışlardı.Robinson öğrendiklerinden memun şekilde İngiltere'ye döndü.Evlendi ve üç çoçuğu oldu. Karısı öldükten sonra 1695'de yeğenin kaptanlık ettiği bir gemiye binerek Doğu Adalarına ve Çin'e gitmek üzere yola çıktı.Gemi Robinson'un adasına da uğramıştı.İspanyollarla İngiliz gemiciler yerli kabilenin kızları ile evlendiklerini ve adanın nüfusunun günden güne artmakta olduğunu gördü.

Küçük kolonini emniyet ve huzur içinde olduğunu anladıktan sonra Cuma ile Robinson yine gemiye binipo denize açıldı.Brezilya'ya giderken gemiye vahşiler hücüm etti.Savaş sırasında Cuma öldürüldü.Brezilyadan sonra Robinson Ümit Burnu'nu dolaştı ve Çine gelince Rob burada bırakılmasını istediler. Rob Çinden sibiryaya giden bir kervana katıldı. En sonunda İngiltereye vardı 54 yıllık ömrünün büyük bölümünü vatanından uzakta macera peşinde geçirmişti. Artık hayatınıngeri kalan kısmınıda vatanında sukunet içinde dönüşü olmayan o büyük yoculuğa yavaş yavaş hazırlanmakla geçirecektir.

ESER HAKKINDA BİLGİ

Gerçekci roman türünün en güzel örneklerinden olan Robinson Crusoe yazıldığı zamanyayınevleri bu romanı basmak istemediler. Bu eserin okuyucu bulamayacağından kuşku duyuyorlardı. Eserde karekterlerden çok sürüvene önem verilmiştir.Kahramanların karakterleri gerçekçi bir dille anlatılmasına rağmen onların ruhlarından ve iç dünyalrından pekaz söz edilmiştir.Robinson bilinmeyen ve işlenmeyen ve işlenmemiş cesaretin simgesi olarak ele alınmıştır.Çünkü Robinson tek başına ıssız bir adada kalmasına rağmen sadece elindekini kullanarak kalmaz,adada kendine özgü birde uygarlık kurarar.

ESERİN ANAFİKRİ

Bana göre eserin ana fikri insanın ne olursa olsun hayattan kopmaması gerektiğini,elindeki imkanları değerlendirerek yaşama sımsıkı sarılması gerektiğidir.

BAŞLICA KİŞİLER

ROBİNSON:Eserin kahramanıdır.Robinson maceracı bir kişiliğe olup hayata sımsıkı bağlıve elindeki imkanları iyi kullanmasını bilen bir insandır.
CUMA:Robinson'un vahşilerin elinden kurtardığı bir yerlidir.Sadık ve çalışkan bir insandır

|» Roman Özetleri Sayfasına Dön! « |

 : İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

[accordions title=”Robinson Crouse İlk 10 Sayfa :” active=1 event=”click”]
[accordion title=”1. Sayfa”]Böylesine serüven dolu bir yaşamım olacağını düşünebilir miydim acaba? Hatta başımdan geçen olayları bir başkası anlatsa ona inanabilir miydim? Kuşkusuz hayır.

Ama ben tüm bunları yaşadım. Bu serüven dolu yaşamı her anıyla, her saatiyle, uzun, çok uzun yıllar boyu yaşadım ben…

Şimdi düşünüyorum da her şey bir düş, bir karabasan gibi geliyor.

Kaderimin beni sürüklediği serüvenleri ve o ıssız adada geçirdiğim uzun yılları anlatmadan önce, yaşam öykümü kısaca anlatmak istiyorum.

Ben Robinson.

1632 yılında York kentinde doğdum. Ağabeylerimden biri İs-panyollarla savaşırken ölmüş. Obür ağabeyime ne oldu, bilmiyorum.

Babam iyi bir eğitim görmemi ve hukukçu olmamı istiyordu. Babamın bu konudaki sözlerini duydukça tüylerim âdeta diken diken oluyordu. Çünkü okumaktan, hukuktan falan öylesine nefret ediyordum.
[/accordion]
[accordion title=”2. Sayfa”]Benim tek tutkum vardı: Deniz.

Bir gemiye binip karadan uzaklaşmak, engin denizlerde durmadan dolaşmak istiyordum. Sanki deniz benim kanıma girmişti, yaşamıma girmişti ve beni inanılmaz bir güçle kendine çekiyordu.

Obür yandan gerek babam, gerek annem hemen her gün aynı konuyu açıyorlar, uzun uzun konuşuyorlardı. “Oku, kendini yetiştir. Bir avukatın yanında çalışmaya başla. ”

Artık on sekiz yaşımdayım. Bir yere çırak girmek, bir avukatın yanında çalışıp oraya buraya koşuşturmak benim için ölüm demekti. Kendi kendime düşünürken, vardığım bu sonuç beni ürkütüyordu.

Bir gün annemle konuştum. Ona düşüncelerimi anlattım:

Bak anne, beni bir yere çırak verirseniz ya da bir avukatın yanına verirseniz, iki gün duramam, hemen kaçarım. Onun için babamla konuş. Benim bir kez olsun denize açılmama izin versin. Bu yolculukta aradığımı bulamazsam eve döneceğime inanın. O zaman ne yapmamı isterseniz yapacağıma size söz veriyorum.

Annem bu sözlerime çok üzüldü:

— Oğlum, baban bu öneriyi asla kabul etmez. Ona bunları nasıl anlatırım ben!

Sonunda annemi kandırdım. Babamla bu konuyu konuştu. Babam anneme, “Bir çocuk ancak baba evinde mutlu olur eğer buradan uzaklaşırsa çok mutsuz olacak. Ona izin veremem.” demiş.

Annem bana bunları anlattı. Çaresiz boynumu büktüm. Günlük yaşamımı sürdürdüm. Tam bir yıl…

Bir arkadaşım, babasının gemisiyle denize açılacaktı. Benim de kendisiyle gelmemi önerdi. Üstelik bu gezi için para da gerekmiyordu. Arkadaşımın konuğu olacaktım.
[/accordion]
[accordion title=”3. Sayfa”]Babama, anneme bir şey söylemeden gemiye binmeye karar verdim. Uç beş parça giysimi bir torbaya koyup gemiye bindim. Gideceğimiz yer Londra idi.

Geminin hareketiyle birlikte benim serüven dolu yaşamım başlamış oldu. Ben inanıyorum ki, hiçbir gencin dertleri benimki kadar uzun sürmemiştir. Hiçbir yaşamda böylesine uç uca eklenen acı verici olaylar yaşanmamıştır.

Gemi kıyıdan açıldıktan az sonra birden hava karardı. Yer gök birbirine karıştı. O güne kadar denize açılmamıştım. Geminin sallanması beni çok etkiledi. Bulantıdan ne yapacağımı bilemedim. Çok da korktum. Denizciler de en az benim kadar korktular. Kaptan, gemisini fırtınadan kurtarmak için çabalayıp duruyordu.

Zaman zaman umutsuzluğa kapılıyordu. “Tanrı'm, bize acı. Hepimiz mahvolacağız”, sözlerini tekrarladığını duydukça korkum daha da arttı.

Geceye doğru ikinci kaptanla tayfabaşı, kaptana ana yelken direğini kesmeyi önerdiler. Kaptan önce kabul etmedi. Öbürlerinin ısrarı karşısında, buna razı oldu.

Bu konuşmalar sırasında ikinci kaptan, yelkeni kesmezlerse geminin karaya oturacağını söylemişti. Ben o güne dek bunun ne anlama geldiğini bilmediğim için çok korktum. Bunun ne demek olduğunu kimseye de sormadım.

Gece yarısı, bir gemici kaptanın yanına geldi, geminin dibinin delindiğini bildirdi. Az sonra da ambarda suyun bir metre kadar yükseldiğini bildirdiler.

Bunları duyunca büyük bir korkuya kapıldım. Artık ölüme yaklaştığımı sandım. Yatağıma yatıp battaniyemi başımdan yukarıya çektim.
[/accordion]
[accordion title=”4. Sayfa”]Adamlar beni zorla kaldırdılar. Ambarda biriken suyu dışarı atmak için çalışan gemicilerin arasına getirdiler. Ben de onlara katıldım. Var gücümle suyu boşaltmak için çalışmaya başladım. Ama su öyle hızla doluyordu ki içeriye, tüm gücümüzle çalışmamıza karşın suyun düzeyi gene de yükseliyordu.

Herkesin ağzında “Karaya oturmak” sözü durmadan yineleniyordu. Kısa bir süre sonra karaya oturmanın ne olduğunu öğrendim. Yakında bulunan bir gemi bize yaklaştı. Tüm personeli kurtardı. Biz bu geminin güvertesinde toplanıp zavallı gemimizin sonunu izledik. Gemi yavaş yavaş suya battı. Sonunda direkleri bile görünmez oldu. Ben de öğreneceğimi öğrendim.

İlk yolculuğumda umulmadık bir ders almıştım. Denize açılmanın ne olduğunu öğrenmiştim.

Bizi kurtaran gemiyle Yarmouth'a geldiğimizde arkadaşım olanları babasına anlattı. Benim şanssızlığımdan söz etti. Yaşlı adam bana döndü:

— Delikanlı, dedi, bir daha denize çıkma sakın. Olanlara bakılırsa deniz yolculuğu sana uğur getirmiyor.

— Ama efendim, dedim, sizin de geminiz battı. Bir daha denize çıkmayacak mısınız?

— A, bu ayrı konu, dedi gemi sahibi. Bu, benim işim. İşim gereği gene de denize açılmak zorundayım ben. Sana gelince, Tanrı sana bir şeyler anlatmak istedi. Bir daha denize açılırsan daha kötü durumlarla karşılaşacağını göstermek istedi.

Meğer adamın içine doğmuş. Bundan sonraki gezilerim için ileri sürdüğü varsayımlar, onun tahmin ettiğinden daha da kötü biçimde gerçekleşti. Meğer benim kaderim böyle zincirleme felâketlerle örülmüş ve bir felâket bitmeden, öbürü başıma gelecekmiş.

[/accordion]
[accordion title=”5. Sayfa”]TUTSAK OLUYORUM

Arkadaşımla babasına veda edip karadan Londra'ya gittim. Orada bir süre kaldım. Durmadan düşünüyordum: Ne yapmalıydım? Eve mi dönmeliydim, denize mi?

Eve dönersem komşular benimle alay edeceklerdi. Orada rahat yüzü göremeyecektim. Annemle babamın, tanıdıklarımın yüzüme bakamayacaktım. Ayrılmadan önce söz verdiğim gibi, birinin yanına çırak olarak girecek, sakin bir yaşam sürecektim.

Bir gün rıhtımda bunları düşünerek yürürken bir kaptanla tanıştım. Dalgın ve düşünceli hâlim adamın dikkatini çekmişti. Beni karşısına alıp bazı sorular sordu. Denize açılıp dünyayı dolaşmak istediğimi anlayınca beni gemisine bedava bindirmeyi kabul etti. Karşılığında gemide çalışacak, bir yandan da denizciliği öğrenecektim.

Düşümde görsem inanamayacağım bu öneriyi hemen kabul ettim. Kaptanın önerisine uyup yanımdaki kırk sterlinle incik boncuk
[/accordion]
[accordion title=”6. Sayfa”]öteberi satın aldım. İlerde bunları Afrika yerlilerine satıp karşılığında değerli mallar alacaktım. Böylelikle ticarette de ilk adımımı atmış oldum.

Denize açıldık. Ben kaptanın öğrettiklerini öğrenmek için onu can kulağıyla dinledim. Gösterdiklerini dikkatle izledim. Kaptan bana ders vermekten büyük zevk duyuyordu. Doğrusu ya, benim kadar meraklı ve tutkulu bir öğrenci bulmak zordu.

Gemicilikle ilgili bilgiler edinirken bir yandan da ticarette atılımlar yaptım. Uğradığımız limanlarda elimdeki malları verip yerine epeyce altın tozu topladım. Bunları Londra'ya dönüşte satınca üç yüz sterlin ka-zandım.

Doğrusu ya, kaderimin değiştiğine iyiden iyiye inanmaya başlamıştım. Hem denize açılıyor, hem gemicilik öğreniyor, hem de para kazanıyordum. Daha ne isteyebilirdim?

Birkaç sefer daha yaptık. Her seferden gene kazançlı döndüm. Epeyce param birikmişti. Ne yazık ki iyiliksever süvari üçüncü seferden dönüşte öldü. Onun yerine ikinci kaptan komutayı aldı. Ben paramın yüz sterlinini yanıma aldım. Geri kalanını iyi kalpli kaptanın eşine emanet bıraktım.

Yeni kaptanın komutasında denize açıldıktan sonra kötü yazgım gene kendini gösterdi. Kanarya adaları ile Afrika arasından geçerken bir korsan gemisinin saldırısına uğradık. Korsanlar ellerinde kılıçlarıyla gemimize doluştular. Yelkenleri, halatları kestiler. Hepimizi kıskıvrak yakaladılar. Karşı koymak isteyenleri öldürdüler. Çarpışmada yaralananlar oldu. Bizleri kendi gemilerine aldılar. Sonra yelken açıp Afrika kıyılarına doğru yol aldılar.
[/accordion]
[accordion title=”7. Sayfa”]Fas'ın liman kentlerinden Sale'de demir attık.

Buradaki geleneklere göre tutsaklar önce saraya götürülüyordu. Sultan'ın beğendikleri orada kalıyor, öbürleri de tutsak pazarında satılıyordu.

Tutsaklar saraya götürülmeden önce korsanların reisi hepimizi baştan aşağı inceledi. Beni gözü tutmuş olmalı ki, sıradan ayırdı. Böylece ben, Robinson Crusoe, korsanların reisinin kölesi oldum. Eh, gemici ve tüccar Robinson şimdi tutsak olarak yeni bir yaşama başlıyor-du. Bakalım daha neler neler görecektim, neler neler gelecekti başıma!..

Babasının evinde kalıp doğduğu kentte bir işe girmeyi beğenmeyen ben, şimdi korsan reisinin evinde bahçe işleriyle uğraşıyordum.

Çevremde iki laf edecek kimse yoktu. Ne ingiliz, ne irlandalı, ne Iskoçyalı vardı. iki yıl içinde bazı Arapça sözcüklerle çat pat konuşarak kendimi avutmaya çalıştım. Bu süre içinde durmadan buradan nasıl kaçıp kurtulacağımı düşündüm durdum. Düşünmek bir yana, geceleri düşlerimde kendimi hep kaçarken görüyordum.

Bu sıralarda efendim olan korsan küçük yelkenli kayığı ile balık tutmaya çıkarken akrabası olan genç Moley'le beni de yanına almaya başladı. ikimizin de balık tutmakta usta olduğumuzu görmüştü. Böylelikle sıkıcı bahçe işlerinden zaman zaman kurtuluyordum.

Efendim bir gün birkaç arkadaşıyla yelkenlide eğlenceye çıkacağını söyledi. Kilerden çıkarttığı bir sürü yiyeceği kayıkla yelkenliye taşımamızı emretti.

[/accordion]
[accordion title=”8. Sayfa”]Ertesi sabah her şeyi hazırdı. Moley'le birlikte yiyecekleri gemiye taşımıştık. Yelkenliyi baştan sona silip süpürmüş, her yeri düzenlemiştik.

Efendim tekneye gelip ortalığa bir göz attı. Bize:

— Aferin, iyi hazırlanmışsınız, dedi. Ne yazık ki, arkadaşlarım gelemeyecek. Siz ikiniz kayıkla açılıp balık tutun. Geç kalmadan eve dönün. Haydi rastgele.

[/accordion]
[accordion title=”9. Sayfa”]KAÇIYORUM…

Efendimin sözleri beynimde bir şimşek gibi çaktı. Kendi kendime “Bu fırsatı kaçırma sakın,” dedim. Evet, gerçekten bir fırsattı bu. Bundan yararlanıp korsanın tutsaklığından kurtulabilirdim.

Asıl amacımı belli etmeden Moley'le konuştum. Ona yelkenliye bol yiyecek almamızı söyledim. Böylece epeyce uzağa açılıp bol balık tutabilecektik.

Moley benim sözlerime kandı. Tekneye epeyce yiyecek, öteberi taşıdı. Aklı sıra bol balık tutarsak reisin gözüne girecekti. Bunu bildiğim için ona bir öneride daha bulundum:

— Moley, dedim, efendimizin silahları teknede. Ama saçma ve barut yok. Bize biraz barut ve saçma bulabilirsen, biraz da kuş avlarız. Efendimiz buna çok sevinir.

Moley sevinçle koşup gitti. Az sonra epeyce barut ve saçma ile geri döndü.

Böylece, arkadaşıma belli etmeden uzun bir yolculuk için gerekli her şeyi tekneye yüklemiştik.

[/accordion]
[accordion title=”10. Sayfa”]Önce küreklere asılıp limandan biraz uzaklaştık. Oltalarımızı attık. Balık tutmaya başladık. Ama ben oltama vuran balıkları tutmuyor, ne yapıp ediyor onları kaçırıyordum. Sonunda Moley'e:

Burada olmayacak, dedim. Yelkeni açıp biraz uzaklaşalım. Orada daha çok balık tutarız.

Moley bunu uygun buldu. Baştaki yelkeni açtı. Ben dümeni Zury adlı öbür gence verdim. Hiç belli etmeden yelken başındaki Moley'in arkasına yanaştım. Onu arkasından itip denize attım. Moley hemen su yüzüne çıktı, “Beni bırakma, yanına al,” dedi. “Seninle dünyanın öbür ucuna bile giderim…”

Moley bunları söylerken hızla kulaç atıyordu. Az sonra sandala yetişecekti. Hemen koşup başaltındaki silahı aldım. Ona doğrulttum:

— Bana bak Moley, diye haykırdım. Daha fazla yaklaşma. Hemen geri dön. Yoksa canını yakarım.

— Yapma, diye yalvardı Moley. Beni bırakma.

Deniz durgun, dedim. Sen iyi de yüzersin. Haydi geri dön. Sahile çık. Sana kötülük etmek istemem. Ama ben kurtulmaya kararlıyım. Haydi git buradan.

Kesin konuşmamı duyan Moley, geri döndü. Kıyıya doğru kulaç atmaya başladı.

Tüfek elimde, dümendeki Zury'ye döndüm:

— Bana sadık kalırsan zengin olmanı sağlarım, dedim. Ama kötülük etmeye kalkarsan seni de denize atarım.

Delikanlı bana korkulu gözlerle baktı. Sonra:

— Seninle dünyanın öbür ucuna bile giderim, dedi. Sen ne dersen canla başla yapacağım.

[/accordion]

[/accordions]

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)